MİLLİ MÜCADELEDE KIRŞEHİR

Kırşehir Belediyesinde Basın Yayın Halkla İlişkiler Müdürlüğü yaptığı sürede,“Kırşehir Belediyesi Kültür-Tarih Yayınları Serisi”ne 7 önemli yayın kazandıran Adnan Yılmaz’ ; biri 1950 basımı “CHP Halkevleri Bürosu Yayımları”ndan çıkan Sırrı Kardeş’in,diğeri  de 1956’da yayınlanmış Cevat Hakkı Tarım’ın “Yılların Ötesinde Atatürk Kırşehir’de” kitaplarını Belediye Başkanı Halim Çakır döneminde 5 bin’er adet bastırılmasını sağlayarak araştırmacıların ve okurların hizmetine sunulması sağlanmıştır. Kırşehir Aktüel olarak;  24 Aralık Atatürk’ün Kırşehir’e gelişi anısına Yine Sayın Yılmaz’ın bir dönem çıkarttığı “Kırşehir’in Günışığı” adlı derginin yayını olarak hazırlayıp okullara ve okurlar ücretsiz dağıtımını sağladığı “ Milli Mücadelede Kırşehir” adlı çalışmasından özet bir kesiti okurlarımızla paylaşıyoruz.
Genel - 18 Aralık 2018 11:00

 Kırşehir Aktüel olarak;  24 Aralık Atatürk’ün Kırşehir’e gelişi anısına Yine Sayın Yılmaz’ın bir dönem çıkarttığı “Kırşehir’in Günışığı” adlı derginin yayını olarak hazırlayıp okullara ve okurlar ücretsiz dağıtımını sağladığı “ milli mücadelede Kırşehir” adlı çalışmasından özet bir kesiti okurlarımızla paylaşıyoruz.

Bozulan dengeler ve Birinci Dünya Savaşı

 

  1. Yüzyılın sonlarına doğru Almanya’nın çok güçlü bir devlet olarak ortaya çıkışı, dünyadaki güç dengelerini altüst etmiştir. Bu durum, İngiliz ve Fransız çıkarlarını Alman çıkarları ile karşı karşıya getirir. Almanya ile Rusya arasındaki Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ise, içinde barındırdığı Slavlar nedeni ile Balkanlarda Rus çıkarlarına karşı tavır koyar. Rusya ile Avusturya-Macaristan arasındaki anlaşmazlıkta Almanya, Ruslar’ın Balkanlar’daki nüfuzunu kırmak ve Osmanlı Devleti üzerindeki emellerini kolaylaştırmak için Rusya’nın karşısında olur. Bunun üzerine Rusya, İngiltere ve Fransa’nın politikasına yaklaşır. 20. Yüzyıl’ın başlarında büyük devletler böylece kesin ve keskin bir çıkar gruplaşmasının içine girer. Eşitsiz gelişim ve bunun üzerinde yükselen gruplaşmalar dengelenmediği ve buna engel olunamadığı için, dünyayı ve insanlığı Birinci Dünya Savaşı’na sürükleyen korkunç süreç de böylece başlar.

28 Haziran 1914’te Avusturya-Macaristan İmparatorluğu veliahtının Saraybosna’da öldürülmesi, bu savaşa neden gibi gösterilse de, bu artık işin bahanesidir. Kartlar açılmış, Avrupa’nın büyük devletleri peşpeşe birbirlerine savaş ilân etmeye başlamıştır.

Rusya, Fransa ve İngiltere bu savaşta “Anlaşma” devletlerini oluştururken, Almanya ve Avusturya-Macaristan “Bağlaşma” devletleri içinde yer alır. Dünya toz-dumandır. Başlangıçta Almanya’nın safında yer alan İtalya, bir süre savaşı izler. Rusya, Fransa ve İngiltere’nin oluşturduğu bağlaşma devletleri içine katılır.

 

Enver Paşa’nın “Turan” hülyası

 

İnsanlık, o güne kadar görmediği bir felâketle Birinci Dünya Savaşı’nın içindedir artık… 1914 Ağustos’unda Avrupa savaşı niteliği kazanan savaş, Osmanlı Hükümeti’nce soğukkanlı karşılanır. Rusya, Fransa ve İngiltere’nin oluşturduğu anlaşma devletleri, Osmanlı’nın bu savaşta devre dışı kalmasını istemektedir. Özellikle de İngiltere Ortadoğu yolunun güvenliği açısından buna şiddetle ihtiyaç duymaktadır. Hattâ Osmanlı’ya savaşa girmemesi karşılığında yardım yapmaya ve kapitülâsyonları kaldırmaya hazır olduklarını belirtirler.

Ancak Balkan savaşlarından sonra memleketin yönetimine hâkim olan İttihat ve Terakki’nin güçlü adamı Harbiye Nazırı Enver Paşa, bu savaşta Almanlar’ın galip geleceğini, Ruslar’ın yenileceğini, tam da bu fırsatta Kafkaslar ve İran üzerinden Orta Asya’ya geçilerek büyük bir Turan İmparatorluğu kurulacağını düşlemektedir. Enver Paşa’nın bu hülyası ile Alman çıkarları görünüşte aynı paralellik arzetmekte ve Almanlar Enver Paşa’yı kışkırtmaktadır. Almanlar’a göre, Osmanlı savaşa girerse yeni cepheler açılmış olacak, böylece Almanlar’ın yükü azalacak ve işleri kolaylaşacaktır. Enver Paşa “Turan”  hülyası ile Almanya’nın yanında Osmanlı’yı savaşa zorlarken anlaşma devletleri tam bu sırada Osmanlı’nın savaşa girmemesi karşılığında tek taraflı olarak kapitülâsyonları kaldırır. Ne var ki Enver Paşa Almanlar’la gizlice anlaşır.

Ülkeyi bu büyük yangına sokan Turan hülyasının serüvencileri, sadrazam Sait Halim ve kilit kişilikleriyle Talat ve Enver paşalar Alman elçisi Von Wangenhaim ile sürdürülen görüşmelere Babıâli’nin ve de sultan V. Mehmet’in rızasını da alarak katılmışlardır. 1878’de Rusya’ya terkedilmiş Doğu Anadolu illeri, Ege ve Akdeniz adaları, Trablusgarp, Rumeli’nin zengin topraklarını kazanmak, Kafkas ötesi ve Orta Asya’da ecdattan kalma toprakları yeniden fethetmek, aynı anda da bazı batılı güçlerin üzerlerindeki siyasi ve mali boyunduruğu kırmak için çıkış yolu olarak “savaş” görülür Akdeniz sularında seyreden Alman donanmasının Goeben ve Breslau zırhlıları Afrika’daki Fransız üslerini bombardıman ettikten sonra Osmanlı sularına sığınır. İngiltere bu iki geminin göz altına alınmasını hatırlattığında da İstanbul hükümeti bu iki donanmayı “Yavuz Sultan Selim” ve “Midilli” adıyla kendi donanmasına kattığını bildirir.

İngiliz donanmasınca Karadeniz’de kovalanan ve Osmanlı Devleti’ne sığınan iki Alman savaş gemisi satın alınmıştır. Bu iki Alman savaş gemisi yine Enver Paşa’nın gizli bir talimatıyla 29 Ekim 1914’te Karadeniz’e açılır. Enver Paşa ve Almanlar arasındaki bu senaryo artık Osmanlı Devleti’ni savaşın içine atmış, Kasım 1914’te Osmanlı savaşa tutuşmuştur bile…

Osmanlı’nın savaşa girişi Almanların iştahını artırır. Osmanlı İmparatorluğu ateş açarsa Ruslar birliklerini Kafkasya’ya kaydıracak, İngiltere Süveyş kanalıyle Mısır’ı korumanın peşine düşecek batı cephesi üzerindeki baskı azalacaktır. 21 Ekim’den başlayarak ilk Alman altın kasaları İstanbul’a ulaştığında hemen ertesi gün 22 Ekim’de Enver Paşa Karadeniz’deki Rus limanlarına saldırı emri verir. Ok yaydan çıkmıştır. Rus limanlarını Odessa, Sivastopel ve Novorossisk’i topa tutmaya başlamıştır. Çarlık Rusyası’na 2 Kasım’da savaş ilan etmek düşer. Sultan V.Mehmet bedence ve malca cihada katılmayı en yüce din görevi olarak Osmanlı uyruğundan olsun olmasın bütün müminlere buyruk salar. 1914 Aralık’ının ortalarında bizzat Enver Paşa başkomutan rütbesiyle Kars, Ardahan ve Batum illerini yeniden fethetmek için Rus hedeflerine saldırıya geçtiğinde ünlü Sarıkamış felaketiyle sarsılır. Askerler kara gömülmüş, soğuktan donmuş, salgın hastalıklar yayılmış birkaç hafta içinde de bütün ordu yok olup gitmiştir.[1]

 

 

1917 “Bolşevik” ihtilâli ve Kafkaslar

 

1916 yılı içinde Erzurum, Muş, Bitlis, Trabzon, Erzincan Rusların eline geçer. Savaşın bu kızgınlığında 1917 Ekim’inde Rusya’da çıkan bir ihtilâlle Çarlık yönetimi yıkılır. Viladimir İliç Ulyanov Lenin’in başında bulunduğu yeni “Bolşevik” iktidar Rusya’nın bu savaşı sürdürmesinin mümkün olmadığını düşünmektedir.

İtilaf devletlerinin kendi aralarında imzaladığı bir dizi gizli anlaşmalar[2] Osmanlı topraklarını pay etmiş ne var ki bu anlaşmalar Rus ihtilali ile iş başına gelen yeni Bolşevik yönetimince ifşa edilerek açıklanmasıyla kararlaştırılmış olan paylaşım yürürlüğe sokulamamış ancak sonradan imzalanan mondros mütarekesi ve savaş anlaşması Türkler üzerinde oynanan oyunu bütünüyle açığa çıkartmıştır.[3]

Çarlık Rusyası’nın resmen savaştığı ve aralarında Almanya’nın da bulunduğu bağlaşma devletleri ile temasa geçen yeni Rus yönetimi ihtilâlden beş ay sonra anlaşma devletleri ile 3 Mart 1918’de Birest-Litevsk barış anlaşmasını imzalar. Bu anlaşma sonucu Ruslar Kars, Ardahan ve Batum bölgelerini Türklere geri verir ve Kafkasya’yı önemli ölçüde boşaltır.

Bu fırsatta Kafkasya’ya doğru ilerlemeye başlayan Osmanlı birliklerinin Turan yolu açılmış gibi görünmektedir. Ancak başlangıçta çıkarları gereği Enver Paşa’nın Turan hülyasını okşayan Almanlar bu durumu önlemek için elinden geleni yapar. Savaşın bitiminde Rusya ile bağlaşma devletleri arasındaki bu anlaşma da anlaşma devletlerince geçersiz sayılır ve Kafkasya Osmanlı Devleti’nce boşaltılır.

 

… Ve Amerika savaşa giriyor

 

Tüm bu cephelerde iç açıcı olmayan manzaraya karşı savaş bir cephede, Çanakkale’de başka türlü seyretmektedir. İtilaf devletleri orduları dalgalar halinde gelip gelibolu istihkamlarının eşiğinde ölecek ancak tek bir kilidi bile söküp atamayacaktır. Tüm bu Türk birliklerinin başında genç bir albay canla başla savaşmaktadır ve adı da Mustafa Kemal’dir onun.[4]

Birinci Dünya Savaşı’nın daha başlangıcında güçlü İngiliz ve Fransız donanması Çanakkale Boğazından geçerek başkent İstanbul’u bombardıman tehditi altında baskıya alarak Osmanlı devletini savaş dışı bırakma planı böylece yenilgiyle sonuçlanıyor birleşik donanmanın Marmara’ya girişine izin verilmiyor, çileden çıkan İngiliz ve Fransızlar Avusturalya ve Yeni Zelanda askerleri ile takviye ettikleri birlikler ile Gelibolu yarımadasına zorlarken dünya tarihinin en kanlı savaşlarından birini başlatmış oluyorlardı.

Birinci Dünya Savaşı boyunca doğudaki bu manzaraya karşı Çanakkale cephesinde Türk gücü ve vatanseverliği anlaşma devletlerini yener. İstanbul kurtulurken Irak cephesinde Türk kuvvetleri Kut-ül Amare’yi boşaltmak zorunda kalır. Bağdat İngilizlerin eline düşer. Filistin cephelerine yine Almanların kışkırtmasıyla ile giren Türk birlikleri çekilmek durumunda kalır. Almanya’nın çok gelişkin sanayiine rağmen İngilizler’in denizlere egemen olması nedeniyle dünyanın diğer bölgeleriyle ilişkileri kesilir. Henüz tarafsız olan Amerika Birleşik Devletleri İngiliz ve Fransızlara yoğun silah satışında bulunur. İngiliz ve Fransızlara savaş malzemesi taşıyan Amerikan gemilerinin birçoğu batırılır. Artık Amerika Birleşik Devletleri anlaşma devletlerinin yanında savaşın içindedir.

Genç, dinç ve güçlü Amerika Birleşik Devletleri Batı Avrupa cephelerine birlikler akıtmaktadır. Rusya’nın 1918 başlarında savaştan çekilmesi durumu değiştirmez. Batı cephesinde iyice güçlenen anlaşma devletleri Almanları geri atarken Osmanlı Devleti’nin güney cephelerini de çökertmişitir. Bozguna uğrayan Almanya’da artık iç ayaklanmalar başlar. Savaş 1918’de anlaşma devletlerinin üstünlüğü ile sonuçlanır.

 

 

Anadolu’nun paylaşımı masada

 

Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminde dört imparatorluktan ikisi çöker ve parçalanırken diğer iki imparatorluk ta hem nitelik değiştirmiş, hem de ufalmıştır.

Bir uluslar mozaği olan Osmanlı, “ulusal devrimler çağı”nın karşı konamaz ateşiyle karşılaşıyor, imparatorluğun yapısı içindeki birimlerde dağılma sürecine giriyordu ki, bu tarihi gelişim süreci içinde kapitalizm ve burjuva devrimlerinin Osmanlı imparatorluk yapısını ulusal devletlere bölerek parçalamasından başka bir şey değildi.

Osmanlı İmparatorluğu sadece savaşı yitirmemiş, itilaf devletlerinin işgaline boyun eğerek kağıt üzerinde “bağımsız devlet” olmuş, Talat, Cemal ve Enver Paşalar halktan yakalarını kurtarmak için Alman gemisi ile Odessa’ya oradan da Berlin’e geçer. Savaş alanlarında ölmüş yüzbinlerce asker can alıcı salgın hastalıklar, kıtlıklar, karaborsa ve sefaletin tüm öfkesi Enver Paşa’nın başında bulunduğu İttihat ve Terakki’nin yöneticilerini hedef alır. Giderek sarayla iç içe olan İttihat ve Terakki Partisi’nden doğan boşluğu yine saraya yakın ve sonradan ulusal direncin karşısında saf tutacak “Hürriyet ve İtilaf” partisi doldurmaya başlar.

Birinci Dünya Savaşı’nın sonu bırakın Osmanlı sınırlarını, Anadolu’da son Türk varlığının kalmasını bile riske atmıştır. Barış anlaşması imzalanıncaya kadar silâhların susması demek olan ateşkes anlaşmaları resmen dayatmadır. Eğer barış sağlanamazsa anlaşma bozulacak ve savaş yeniden başlayacaktır. Anlaşma devletleri artık tepeden buyruklar yağdırmaktadır. Adı ateşkes anlaşması (!) olan anlaşma resmen dünyanın paylaşılmasıdır.

30 Ekim 1919 günü bu ağır koşullarda imzalanan Mondros Ateşkes Anlaşması Osmanlı Devleti’nin egemenlik haklarını tümden sınırlamış, anlaşma devletlerine istedikleri yeri işgâl edebilecekleri hükümleri konmuş, memleketin bütün haberleşmesi anlaşma devletlerinin kontrolüne girmiş, doğudaki altı ilde Ermenistan’ın konuşlandırılmasının kapıları aralanmıştır. Memleketin limanlarından da anlaşma devletlerinin yararlanabileceği hükümleriyle de yetinilmemiş, Osmanlı’ya asayişi sağlayacak biraz asker dışında ordularının terhis etmesi dayatılmıştır.

Anlaşma devletleri bir yandan Boğazları işgâl ederken bir yandan da İstanbul’da karargâh kurarak Osmanlı Hükümeti’ni etki altına almış, Anadolu’yu paylaşma plânlarını yürürlüğe koymuştur. İngiliz, İtalyan, Ermeni, Yunanlıların fiilî işgâllerine, ya da işgâl plânlarını muhatap olan Anadolu halkını zor günler beklemektedir.

 

Yunan İzmir’e çıkıyor

 

Ocak 1919’da 27 devletin katıldığı Paris’teki konferans anlaşma devletleri arasındaki paylaşımdan kaynaklanan çıkar çatışmalarını su yüzüne çıkarır. Anadolu’nun paylaşımı üzerinde çıkar çatışmalarının yaşandığı bu konferansta İngilizler Akdeniz kesimiyle Batı Anadolu’nun İtalya gibi güçlü bir devlete verilmesini kendi çıkarları açısından uygun görmez. Bu iş için İngiltere’nin etkisi altında bulunacak bir güçsüz devlet aranmaktadır. İşte bu noktada Yunanistan İngiltere’nin kafasında tam bir biçilmiş kaftandır. Konferansta Mondros Ateşkes Anlaşması’nın yedinci maddesinin uygulanması bu anlayışa uygun olarak anlaşma devletleri adına Yunanistan’a bırakıldı.

Tam 1500 oturumun yapıldığı ve 58 başlık altında süren Paris konferansında yenilen devletlerin temsilci bulunduramayacağı kararı da olduğundan Türkiye bu konferansta temsil bile edilmez.[5]

15 Mayıs 1919 günü İngiliz ve Fransız savaş gemileri ile desteklenen Yunanlılar İzmir’e asker çıkartır. Bu da yetmiyormuş gibi anlaşma devletleri ile gizli ilişkiler kuran azınlıklar Anadolu’daki Türk varlığının tümüyle ortadan kaldırılması için içeride yoğun isyanlar geliştirmeye başlar.

 

İngiliz Kontrolündeki Saray

 

Buna rağmen başgösteren ulusal direnişler düzensiz, yetersiz, ufak boyutlu ve sonucu belirsiz bir karakter taşımakla birlikte sonradan gelişecek ulusal Kurtuluş Savaşı’na ve yeni tipte bir Türk devletinin yaratılmasına ruh veren özü de içinde taşır. Anadolu’da işgâllere karşı gelişen hoşnutsuzluk Osmanlı Hükümeti’nce geçici görülüyor, Osmanlı Hükümeti değil direnmek, herşeylerini ve kaderlerini İngilizlere teslim etmiş bulunuyordu.

Daha Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı’nın savaşa girmemesini savunan, bu yüzden Enver Paşa’nın başını çektiği İttihatçı asker kadro ile ters düşen Mustafa Kemal Paşa bir yandan yeni görevlere gelen arkadaşları ile, bir yandan çok yakın asker çevresi ile görüşüp ateşkes anlaşması hükümlerine uyulmaması, orduların terhis edilmemesi gerektiğini tavsiye etmektedir. Askerî başarılarından dolayı çevresinde dürüst ve ünlü bir kişi olarak tanınan Mustafa Kemal Paşa’nın anlaşma devletlerinin karargâh kurduğu İstanbul’da direnme yanlısı tutumu doğal olarak son derece tehlikeliydi ve durum ciddiydi. İstanbul Hükümeti’nin ve Padişah Vahdettin’in İngilizlerde çözüm arayan tutumu karşısında Mustafa Kemal Paşa daha o günlerde yeni bir Türk Devleti yaratarak kurtuluşu bu yolla sağlamayı benimsemiştir.

 

Mustafa Kemal  9. Ordu Komutanı

İngilizler Anadolu’daki huzursuluktan ve direnmeden rahatsız durumdadır. Doğudaki asayişi ve ateşkesi sağlamak üzere başından beri İngiliz hayranı olan Damat Ferit İngilizlerin de zorlamasıyla Vahdettin tarafından iş başına getirilir. Bu durum Mustafa Kemal Paşa için bir fırsattır. Damat Ferit’in çevresini tanımaması Mustafa Kemal Paşa’ya avantaj kapılarını aralar. Mustafa Kemal Paşa doğudaki  9. Ordu’nun başına gelirse asayişi sağlar ve hükümeti sıkıntıdan kurtarabilir. Mustafa Kemal bu düşünceleri inceden inceye Damat Ferit’e kendi çevresini kullanarak telkin ettirir. Zaten Vahdettin için İttihatçı asker kadro ile ters düşen Mustafa Kemal temiz bir kişidir. Çeşitli çalışmalar sonucu 30 Nisan 1919’da Mustafa Kemal artık 9. Ordu Komutanı’dır. Görevi ise doğudaki İngiliz isteklerini yerine getirmek, asayişi sağlamak, halkın silâhlanmasını önlemektir. Mustafa Kemal’in göreve gitmeden önce vedalaştığı Vahdettin, İngilizlerin asayiş yakınmalarının giderilmesini rahatlama açısından önemli bulmaktadır. Ve Mustafa Kemal’e Vahdettin’in son sözü “Paşa, devleti kurtarabilirsin” olmuştur. Bu söze karşı Mustafa Kemal’in verdiği yanıt ise “Elimden geleni yapacağım” şeklindedir.

Atatürk’ün sağlığında Amerikan elçisi olan ve kendisiyle uzun konuşmalar yapan General Sherill’e göre : “Talih bir taraftan Yunanlılar’ı İzmir’e çıkarırken öbür taraftan onlara karşı koyacak Mustafa Kemal’i Samsun’a getiriyordu. Vahdettin Mustafa Kemal’i Samsun’a ordu müfettişi olarak göndermekle, başkenti arzu edilmeyen şahsiyetten kurtarmayı düşünmüştür. Yunanlılar’ı İzmir’e gönderen Loyd Corc ve Mustafa Kemal’i Anadolu’ya tayin eden Vahidettin adındaki iki kukla talihin aleti olmuşlardır. Vahidettin Almanya seyehatinde (15 Aralık 1917- 4 Ocak 1918) refakatindeki Mustafa Kemal Paşa hakkında iyi intibalar edinmişti. Her ikisinin Enver Paşa’yı sevmemeleri, onları birleştiriyordu. Mustafa Kemal’in yurt sevgisi herhalde Vahidettin’in gözünden kaçmamış olmalıydı. Fakat bu hükümdar, kendi durgunluğu ile Mustafa Kemal’in ateşli ruhu arasındaki uçurumun farkına varamamıştı.[6]

 

Mustafa Kemal Paşa Samsun’da

 

“Ondokuz mayıs bindokuzyüzondokuz

Bir eski kıyı kenti Samsun.

Bu başlayan yeni bir gün değil, bir çağ

Duyar milyonlarca yüreğin çarpıntısını

Kocaman yüreğindeki kocaman vuruşta.

Bu vuruş, böyle canlı ya, ölüm öldü.

“Ferman padişahın dağlar bizim” demiş Dadaloğlu

Bunu diyemeyecek mi bir Mustafa Kemal

 

Saray bitik, hayır yok saraydan

Vahdettin İngilizlerin avucunda yitik”[7]

 

 

Yunanlıların İzmir’e çıkartma yapmasından bir gün sonra 16 Mayıs’ta yeni görevine gitmek üzere Mustafa Kemal İstanbul’dan Samsun’a hareket etmiştir. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal görünüşte İstanbul Hükümeti’nin memurudur. İstanbul Hükümeti de ona asayişi sağlamak ve İngilizlere karşısında rahatlamak noktasında güvenmektedir. O nutkunda belirttiği gibi yapacağı işleri kimseye sezdirmiş değildir. Sadece İstanbul’dan ayrılmadan bir gün önce yakın arkadaşı Fethi Okyar’a “Hükümet ve Saray benim hakkımda derin bir gaflet içinde bulunuyor” demiştir. Mustafa Kemal Saray ve İstanbul Hükümeti etrafında köhnemiş kadroyla hiçbir iş yapılamayacağını anlamıştır. 25 Mayıs’a kadar Samsun’da kalan Mustafa Kemal işe başladığına dair önce İstanbul Hükümeti’ne telgraf çeker. Samsun’daki İngilizlerle asayişin nasıl sağlanacağı konusunu görüşür. Bu sıralarda İzmir’in işgâline tepkiler büyürken İngilizlerin kontrolündeki bir Samsun’da iş yapmak hayli zordur.

Mustafa Kemal Paşa 25 Mayıs’ta Havza’ya geçer. Anadolu’daki dağınık birliklerin komutanlarını kendine bağlar. Tercihleri önlemeye başlar. Yurdun dört bir yanında mitingler yapılması için talimatlar verir. Sakladığı düşünceleri ve faaliyetlerini artık açıkça yapmaktadır. İstanbul Harbiye Nezareti’ne 3 Haziran’da çektiği telgrafta özetle şunları söyler : “İzmir yöresinde görülegelen olayların ve benzerlerinin başgöstermesine karşı ulusun çoşkusunu ve vicdan sızlamalarını ve ne de bundan doğan ulusal gösterileri engelleyip durdurmak için kendimde ve hiç kimsede hiçbir güç göremeyeceğim.”

Mustafa Kemal’den zaten kuşkulanan, ancak Damat Ferit ve Vahdettin’in atamasına karşı çıkamayan İngilizler Padişah’a ve İstanbul Hükümeti’ne 6 Haziran 1919’da Mustafa Kemal’in derhal İstanbul’a dönmesini emrettirirler. Mustafa Kemal ve yakın çevresi için artık ok yaydan çıkmıştır. Batı cephesinde ise durum vahimdir. Yunanlılar Ege’de ilerleyişini hızla sürdürmektedirler. Küçük çaplı milis direnmeleri gerek batıda, gerekse güneydoğuda Fransızlara karşı zayıf ta olsa devam etmektedir. Bu direnen milis kuvvetlerin adı Kuva-yı Milliye, yani ulusal kuvvetler olmuştur. Asıl büyük mücadele başlayıncaya kadar Kuva-yı Milliye düşmanı oyalamakta ve zaman zaman durdurmakta büyük hizmetler verir.

Havza’dan Amasya’ya en yakın arkadaşları Ali Fuat Paşa ve Bahriye Nazırı Rauf Bey’le gelen Mustafa Kemal ünlü Amasya Tamimi’yle kartlarını gerek İstanbul Hükümeti’ne, gerek İngilizlere karşı bütünüyle açmıştır. Vatanın bütünlüğü ve ulusun bağımsızlığının tehlikede olduğuna işaret eden tamimde askeri birliklerin terhis edilmeyeceği, dolayısiyle ateşkesin mümkün olmayacağının altı çizilmekte, Sivas’ta bir ulusal kurul toplanmasının âciliyetine dikkat çekilmektedir.

3 Temmuz’da Amasya’dan sonra Sivas üzerinden Erzurum’a geçen Mustafa Kemal yoğun çalışmalar sonucu ilk büyük ulusal kongreyi burada 23 Temmuz’da açar. Gücünü ulusal iradeden alan bir hükümetin Anadolu’da kurulup çalışabileceğini belirginleştirir. 8 Temmuz’da Dahiliye Nezareti’nin görevden aldığı Mustafa Kemal için bir de Damat Ferit’in teklifiyle Vahdettin’in imzaladığı o ünlü “devlet memurluğu”ndan alınması da eklenir. Mustafa Kemal’in artık yetkileri yoktur.

 

Güç Şartlar Altında Sivas

 

Erzurum’dan Sivas’a geçmek için parası bulunmayan Hey’et-i  Temsiliye bir emekli bin başı 900 lira olan tüm parasını ödünç vermiş 10 lira da kendi aralarında toplayarak 29 Ağustos 1919’da Erzurum’dan hareket edilmiştir.

Erzurum Kongresi’nin ardından Sivas’a geçen Mustafa Kemal bütün güçlüklere rağmen Sivas Kongresi’ni açar. Ateşli tartışmaların yapıldığı kongrede ne üzücüdür ki hâlâ Padişah’a bağlı kalmaktan başka çare olmadığını ileri sürenler Mustafa Kemal’in kongre başkanlığına bile itirazda bulunurlar. Damat Ferit’in ve Vahdettin’in görüşüne katılanlar Anadolu’daki direnişlerin ne başkaldırıların Osmanlıları İngilizlere karşı zor durumda bırakacağını ileri sürer.

Bu zorlu dönemde İstanbul hükümetince ve de İngilizlerce Mustafa Kemal’i ve çevresini “Bağımsız Kürdistan” istemleriyle de boğmak istemişlerdir. Mustafa Kemal’in 9 Eylül’de Sivas’ta iken konuya ilişkin çektiği telgraflar bu durumu aydınlatmaya yetmektedir.

Mustafa Kemal ve arkadaşlarının ölü veya diri yakalamak, ulusal başkaldırıyı bastırmak için Elazığ Valisi Ali Galip’in başarısız girişiminin ardından Damat Ferit bu defa aynı hain plan için Ankara Valisi Muhiddin Paşa’yı memur eder. Muhiddin Paşa beraberinde kalabalık jandarma müfrezesi ile birlikte Sivas’ı basacak Mustafa Kemal ve arkadaşlarını ölü ya da diri ele geçirmeye çalışacaktır. Bu plan öğrenilir öğrenilmez durum Ankara’da bulunan kolordu komutanı Ali Fuat Paşa (Cebesoy) ya bildirilmekle kalınmaz aynı anda o sıralarda Kırşehir Keskin yöresinde bulunan Kuvayı Milliye reislerinden Rıza Bey’e (Kendisi sonradan Kırşehir mebusu olmuştur) Ankara Valisi Muhiddin Paşa’nın tutuklanıp Sivas’a getirilmesi ricasında bulunulur.[8]

Sonuçta Muhiddin Paşa Kırşehir’li Rıza Bey’in başında bulunduğu Kuva-yı Milliye müfrezelerince yakalanarak Sivas’ta bulunan Mustafa Kemal ve arkadaşlarının huzuruna getirilir.

Keskin’li Rıza Bey (Silsüpür) Ankara Valisi Muhiddin Paşa’yı 19 Eylül 1919 günü Keskin’le Elmadağ arasındaki Kılıçlar belinde müfrezesiyle birlikte yakalamıştır.[9]

Esasen Ankara valisi Muhiddin Paşa Mestuve tahsisattan (örtülü ödenek) para ile Çorum’a gelerek orada bazı tertibat ve telkinat icra etmekteyken haber alınmış. Çorum’dan Ankara’ya doğru firar ettiği sırada yakalanmıştır.

Ankara Valisi Muhiddin Paşa’nın Rıza Bey’in başında bulunduğu Kuva-yı Milliyecilerce tutuklanıp Sivas’ta Mustafa Kemal’i tesliminden sonra ilk mecliste Kırşehir mebusu olacak Ankara defterdarı Yahya Galip (Kargı) Ankara Valiliği’ne getirilmiştir. Kırşehir mebusu olan Yahya Galip Yozgat’ta baş gösteren Çapanoğlu isyanının bastırılmasına kadar Ankara valiliği görevinde bulunmuştur.

Mustafa Kemal’in huzuruna çıkartılan ve de can telaşıyla pişmanlığını ifade eden devrik Ankara Valisi Muhiddin Paşa’dan Hey’et-i  Temsiliye için çalışacağına dair namus sözü alındıktan sonra kendisi İstanbul’a gönderilmiştir.

Ankara ve çevresinde ulusal hareketlerin daha bir serbest şekilde yürütülmesi İstanbul cephesinde ciddi bir sancı olmuş Ankara valiliği de bu anlamda önemsenmiştir. Hürriyet ve İtilaf Partisi’nin yapılacak olan milletvekili seçimlerine katılmama sebeplerinden birini de Ankara valisi Muhiddin Paşa’nın Keskin’de yakalanarak Muhafaza altında Sivas’a götürülmesi olayı olmuştur.[10]

XIX. yüzyılın sonu XX. Yüzyılın başlarında Keskin ve Mecidiye kazaları olan Kırşehir ulusal Kurtuluş Savaşı boyunca da Mecidiye, Avanos, Mucur kazalarıyla birlikte Ankara’ya bağlı bir sancaktır.

Ankara’da bu dönem Muhiddin Paşa gibi ulusal hareketin aleyhinde çalışan bir valinin bulunması Kırşehir’de ortaya çıkan ulusal bilincin; Mustafa Kemal ve arkadaşlarına destek veren eylemliliğini köreltmeye yetmemekle birlikte etkilediği de bir gerçektir.

Vali olmanın idari nüfuzuna da kullanan Muhiddin Paşa, Hacıbektaş’taki Bektaşi Şeyhlerini İstanbul Hükümeti safına çekmek için yoğun çabalar harcamış Ali Fuat Paşa’nın çabalarıyla bu hain tutum başarısız kalmıştır.[11]

Söz konusu dönemde Kırşehir’e bağlı bulunan Avanos İlçesinin Kaymakamı Enver Bey’in değiştirilmesine de teşebbüs edilmiştir ki, Mustafa Kemal ve 9 Heyet-i Temsiliye üyesisinin aldığı kararla Milli Harakat ve Teşkilata yardım hizmetleriyle öne çıkan bu Avanos Kaymakamı Enver Bey’in görevden alınılmasının önüne geçilmesi için hem 11. Fırka Komutanlığına bildirimde bulunulmuş hem de Kırşehir Mutasarrufluğunun nazari dikkatinin çekilmesi istenmiştir.

Eylül 1919’da Sivas kongresine katılmak üzere İstanbul’dan gelen gizli karakol cemiyetinin yöneticisi Kara Vasıf Bey “Ankara Valisi Muhiddin Paşa’nın sık sık Kırşehir’e gittiğini, orada Bektaşi Şeyh ve babalarını milli mücadeleye karşı kışkırttığı” haberini getirdiğinde bu durum Mustafa Kemal ve Hey’et-i  Temsiliye için hiç de yadırganmamıştı.

Kırşehir’deki Bektaşi dergahıyla ilişki kurmaya çalışan İstanbul hükümetinin girişimlerine karşılık 10.Kolordu komutanı Ali Fuat Paşa Miralay Osman Bey’i Hacıbektaş’ta bulunan Cemalettin Çelebi’nin yanına yollamış, bu Osman Bey Ankara valisi Muhiddin Paşa’nın İstanbul hükümeti adına yürüttüğü çabaların başarısızlığını yerinde görerek Ali Fuat Cebesoy’u bilgilendirmiştir.

Ankara valisi Muhiddin Paşa İngilizlerin sağladığı paralarla Hacı Bektaş Çelebisi yoluyla Bektaşileri İstanbul Hükümeti yanına çekmeye çalıştıysa da, demokratik dünya görüşü ve ulusculuk anlayışına sahip olan Bektaşı tarikatı ve Bektaşiler, dini temsil eden hilafet yerine, daha yenilikçi ve demokratik görünümlü uluscu hareketi desteklemeyi kendilerine daha uygun gördüler.[12]

 

Ulusal Kurtuluş savaşı süresi içinde Konya Valisi Cemal, Ankara Valisi Muhiddin, Elazığ Valisi Galip, Eskişehir mutasarrufu Hilmi, Bolu mutasarrufu Osman Kadir, Yozgat mutasarrufu Necip haince tutum sergiliyen dönemin idarecileri arasında olup bunların hemen tümü “Hürriyet ve İtilaf Partisi”ne bağlı bulunmuşlardır.[13]

4 Eylül’de başlayan Sivas Kongresi bütün engellemelere rağmen 11 Eylûl’de sonuçlanır. Bu kongrede tüm yurttaki direniş örgütleri birleştirilmiş, tek  yönetim altına sokulmuş, bağmsızlık için manda gibi isteklerden vazgeçilmiş, İstanbul Hükümeti’nin tutumuna karşı açık bir cephe alınmış, Padişah’a Meclis-i Mebisan’ı toplaması için baskıda bulunulmuştur.

Bu süreler içinde Kuva-yı Milliye bir yandan işgâlçi düşmana karşı direnirken bir yandan da Damat Ferit’in kışkırtmalarıyla boğulmak istenmiş, doğu Anadolu’da Sivas Kongresi’nde alınan kararları tanımayanlar çıkmış, bunlar derhal susturulmuş, ama daha acı tepkiler İç Anadolu’da görülmüştür. Konya’nın Bozkır ilçesi Damat Ferit’çi bir valinin kışkırtmasıyla Hey’et-i Temsiliye’ye karşı ayaklanmış, Kuva-yı Milliye birlikleri Eylûl sonunda başlayan bu olayları ancak Kasım ayında bastırabilmiştir. Mustafa Kemal ve Hey’et-i Temsiliye üyeleri “Kuva-yı Milliye’yi âmil ve irade-i milliyeyi hâkim kılmak esastır” düşüncesiyle Anadolu’nun düşman istilası altında debelendiği bu süreçte Erzurum ve Sivas kongrelerinin aldığı kararlar doğrultusunda çalışmalırını artık Ankara’da yürütmeyi plânlamıştır.

23 Ağustos 1919’da 15. Kolordu komutanı Kazım Karabekir, Raif,Hüseyin Rauf, ve Mustafa Kemal imzalı Sivas 3. Kolordu Komutanlığına yazılan bir şifreli telgırafta, Sivas Kongresine katılmak için erken haraket edenlerden başka Ankara’dan Hoca Ahmet Efendi, Yozgat’tan Bahri Bey ve bazı İllereden Sivasa haraket edenlerin isimleri zikredilirken Kırşehirden Zeki Efendi’nin de delege olarak Sivas’a Hareket ettiği bildirilmektedir[14]

Hey’et-i  Temsiliye Sivas’tan Kayseri ve Kırşehir üzerinden Ankara’ya hareket etmek için hazırlıklara başladığında araç lastiği ve benzin parasına muhtaçken ve de Osmanlı Bankası’ndanan ulusal davanın zarar görmemesi için “tüccardandır” denilerek bir kişi kanalıyla bin lira tedarik etmek için uğraşırken Bayburt’un Hars kariyesinde bulunan “Şeyh Eşref” adlı bir yobaz “Harp edeceğim. Allah bana şeriat ilanına memursun dedi” diyerek etraf köylerde beyannameler dağıtmakla halkı Mustafa Kemal ve Hey’et-i  Temsileye karşı isyana teşvik etmekle meşguldür. Sonuçta bu isyan bu yalancı peygamber ve oğullarının bertaraf edilerek Hars’ın teslim alınmasıyla sonuçlanmıştır.[15]

 

 

Sivas’tan Kayseri’ye

 

Mustafa Kemal 8 Aralık 1919’da Sivas’ta iken Konya 12.Kor. Alb. Fahrettin Bey’e (Altay) gönderdiği özel bir mektupta temsilciler kurulunun yakında Kayseri’ye, Kırşehir üzerinden de Ankara’ya oradan da Balıkesir yakınındaki Seyitgazi’ye gideceğini ancak bu gidişi gizli tuttuklarını özellikle işaret etmiştir.[16]

Sivas’tan Ankara’ya gidecek Hey’et-i Temsiliye Ankara’ya hareket ederken niçin Kayseri – Kırşehir – Ankara güzergâhını seçmiştir. Bunun en belirgin nedeni Kayseri ve Kırşehir’in Orta Anadolu’nun önemli birikimine sahip şehirleri olmasıydı. Gerek Kayseri’de, gerek Kırşehir’de ulusal Kurtuluş Savaşı’na  açık destek veren cemiyetler, dernekler filizlenmeye başlamıştır bile. Mustafa Kemal Paşa’nın bundan haberi olmuştur. 30 Kasım’da Sivas’tan ayrılan 20.Kolordu komutanı Ali Fuat Paşa Hey’et-i  Temsiliye’nin takip edeceği yolu ve konak yerlerini seçmek üzere işe başlar. Ali Fuat 12 Aralık 1919’da Ankara’ya gelerek “Kayseri ve Kırşehir muhidlerinde milli heyecanı memnun verici gördüğünü, yol güvenliğinin olduğunu ve Ankara’da hazırlıkların tamamlandığını” bildirerek Sivas’tan hareket edilmesini ister.[17]

Tam da bu sıralarda Damat Ferit Paşa hükümetince alınan karar gereği Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Orbay’ın yakalanarak İstanbul’a getirilmesi emrini yerine getirmek için görevlendirilen Elazığ valisi Ali Galip Kayseri’ye gelemez. Sivas Kongresi’ni basma teşebbüsünde de bulunan Ali Galip Mustafa Kemal Paşa ve çevresi tarafından etkisiz bırakılır.

 

Kayseri’deki   Karşılama

 

18 Aralık 1919’da Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey (Orbay), büyükelçi Ahmet Rüstem, vali Mazhar Müfit (Kansu), Hakkı Behiç beyler ve çalışma  arkadaşlarından oluşan Hey’et-i Temsiliye Sivas’tan hareket eder. Hava soğuktur ve kar yağışı devam etmektedir. Otomobilin de üstü açıktır. Ancak saatte 20-25 kilometre süratle giden otomobiller geceyi bir kasabada geçirdikten sonra 19 Aralık 1919 akşamı Kayseri’ye ulaşır. Önde giden Mustafa Kemal Paşa ve Hakkı Behiç’in bulunduğu otomobiller Kayseri’ye girmişler, Mazhar Müfit Bey’in bulunduğu otomobil ise kara saplanmıştır. Karpit lambaları yakarak bulundukları yeri gösteren yüzbaşı Bedri Bey ve şöförü bir yandan da kurt saldırılarından korunmak için makinalı tüfeği hazır vaziyete getirirler. Nihayet Kayseri’den gelen yardımla Hakkı Behiç Bey’in arabası da Kayseri’ye ulaşır.

Kayseri Milli Suvari Kuvvetleri Hey’et-i  Temsiliye’yi şehre 10 kilometre uzaklıktaki Kumar’lı Hanı’nda karşılar. Kayseri’de her yer bayraklarla süslenmiş, gerçek bir milli heyecan yaşanmaktadır. Büyük sevgi gösterileriyle misafirlerini karşılayan Kayserili’ler gece de fener alayı düzenler. Kayseri sokakları davu-zurna sesleri ve milli şiirler ile inler. Çalışmalar burada da memnuniyet vericidir. Hey’et-i  Temsiliye Kayseri’den görkemli bir törenle uğurlanır.

 

 

 

Kırşehin Atlıları  Topaklı’da

 

Yolculuk çetin kış koşullarında oldukça zahmetlidir. Kayserililer konuklarına yol azığı olarak börekler, sucuklar, pastırmalar, piliçler koymuşlardır.

Topaklı’ya varıldığında Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığındaki Hey’et-i  Temsiliye’yi Kırşehir atlıları karşılar. Topaklı’da nöbeti Kayseri atlılarından Kırşehir atlıları devralır.[18]

Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışı, Erzurum ve Sivas Kongrelerinin heyecanı ile memleketin işgal edilmesinin yarattığı derin üzüntü Kırşehir’de milli davaya bağlılığı doruğuna çıkartır.

Sivas Kongresi’nde alınan kararlar gereği Anadolu’da kurulan bütün ulusal direniş örgütleri “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” altında toplanmış, Kırşehirliler de cemiyetin Kırşehir şubesini Müftü Halil (Gürbüz) Efendi’nin başkanlığında faaliyete geçirmişlerdir. Öğretmen Ömer Aydın, Mehmet Ağa, Hayrullah Efendi’nin yer aldıkları bu cemiyetten başka 1918’de memleketin gidişhatını iyi görmeyen Kırşehir’li gençler “Kırşehir Gençler Mahfili[19]” (Kırşehir’li Gençler Derneği)ni yedek subaylıktan terhis olan gençlerin öncülüğüyle kurmuşlardır. Elliyi geçgin Kırşehir’li gencin görev aldığı bu dernekte Garipoğlu Reşat (Özdeş), Marangöz Yusuf, Necati, Cevat Hakkı (Tarım), Mustafa Hilmi (Nural), tüccardan Mehmet, Mehmet Fevzi (Saçak), Öğretmen Tayyip, Orman Memuru Katırcıoğlu Ahmet (Ersan) da yer almışlardır.

Ankara Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin 3 Kasım 1919 tarih ve 10 nolu kararından da anlaşılacağı gibi Kırşehir’de ulusal mücadeleye destek veren cemiyetleşme çok daha erken başlamıştır. Aynı defterin altı nolu kararında Hacıbektaş’ta da “Müdafaa-i Hukuk Milliye Cemiyeti”nin kurulmuş olduğu, aynı cemiyetin bir şubesinin de Mucur’da teşekkül ettiği kesindir.

 

Mucur’a Geliş

 

Mustafa Kemal Sivas’tan Ankara’ya gitmek üzere yola koyulduğunda Hey’et-i Temsiliye’nin bütün parası 20 yumurta, 1 okka peynir, 10 ekmeğe yetecek kadardır. Mazhar Müfit Kansu’nun anlatımlarına göre Osmanlı Bankası’nın müdürüne “Bitlis Vali-i Sâbıkı” imzasıyla bir senet tanzim edilmiş, Hey’et-i Temsiliye üyelerinden Bahri Bey de “tüccardandır” diye kefil edilip 1000 lira para alınmıştır.

Mustafa Kemal ve Hey’et-i Temsiliye 20 Aralık 1919’da Mucur’a geldiklerinde saat 8:30’dur. Zamanın Mucur kaymakamı Cevat Bey[20] Mustafa Kemal’i karşılayarak Hükümet konağında konuk eder. Geceyi Mucur’da[21] durum değerlendirmesi yaparak geçiren Mustafa Kemal Kırşehir’e hareket etmeden önce Hacıbektaş’a uğrayacaktır. Kurtuluş Savaşı Anadolu’nun çoğunluğunu oluşturan köylü toplulukları üzerinde sözü geçenleri de kucaklamalıdır.

1919 Anadolusu’nda 4 milyonun üzerinde alevinin kalben bağlı bulunduğu Cemalettin Efendi ve Hacıbektaş Dede postu vekili Niyazi Salih Baba hala İngilizler’in soluğunu ensesinden eksik etmediği Vahdettin’e ve Osmanlı hükümetine güven pompalayan bir durumda olmadığı gibi “millet ve mukaddes vatanın bekası için” ulusal direncin safında çoktan yer almıştır.

Hacıbektaş’a uğranılmasının önemini dönemin Hey’et-i Temsiliyesi içinde yer alan Mazhar Müfit Kansu anılarında  şöyle anlatmaktadır.

“Kayseri’lilerin birgün daha kalmaklığımız hususundaki ısrarlarına rağmen, hareket mecburiyetinde idik. Çünkü Hacıbektaş’a da uğranılacaktı. Bu mühim bir merkezdi. Bütün Anadolu’daki üç dört milyondan belkide daha ziyade miktara baliğ olan Alevilerin merbut bulundukları Çelebi, Hacıbektaş kariyesinde oturmakta idi. O zaman Çelebi Cemalettin Efendi ve Hacıbektaş dede postu vekili Niyazi Salih Baba idi.

Milyonlara varan Alevî ve Bektaşiler, gerçi bitaraf bir vaziyette görülüyorsa da bunlar, Çelebi’nin, dede postu vekilinin emir ve iradesine tâbi olduklarından bu iki zat ile görüşmek onları tarafımıza çekmek için gerekliydi ve hem de Çelebi ile post vekili arasında birde ihtilaf var idi ki bu da varidat getiren bir maddenin ve sairenin temliki ve hisseleri meselesi idi.

Bunu da halletmek, her iki tarafı memnun ederek anlaştırmak bizim için de büyük bir kuvvet teşkil edecekti. Bu milyonlarca halk ihmal edilemezdi. Nitekim Cemaleddin Efendi Birinci Büyük Millet Meclisinde mebus olmuş ve bir aralık Meclis Reis Vekilliği de yapmıştır. İcabı hal bunu yaptırmış olsa gerektir.”[22]

Esasen Hacıbektaş tekkesinde “Bel evladı” tabir edilen ve Hacıbektaş neslinden olduklarını iddia eden “Çelebiler”le kendilerini Hacıbektaş’ın “Yol evladı” gören Babalar arasında öteden beri şiddetli bir nüfuz rekabeti de mevcut bulunmaktadır. Anadolu ve Rumeli’deki Kızılbaş zümreleri Çelebilere bağlılıklarını kati suretde muhafaza ettikleri halde büyük şehir ve kasabalardaki tekkelerde Babaların nüfuzu hakim olmuştur.[23]

Mustafa Kemal bu noktada “Çelebi” ile “Baba” itilafını da en azından Kurtuluş Mücadelesine zarar vermeyecek bir tarzda çözümlemiştir.

Dönemin Mucur kaymakamı bulunan Ahmet Cevat Akın Mustafa Kemal’in Mucur’da iken kendisine Hacıbektaş’taki Çelebileri kastederek “İnkılaplarda her unsurdan, fertten istifade lazımdır” dediğini aktarırken Ali Fuat Paşa’nın Mucur’a Heyet-i Temsiliye ile birlikte değil Mustafa Kemal’den birkaç gün evvel yalnız olarak geldiğini bir gece Mucur’da kaldığını ve Mudafa-i Hukuk Cemiyetinin durumunu sorduğunu ve Mucur’daki teşkilatlanmadan memnun kaldığını belirtmektedir.[24]

 

Kırşehir’deki Baba Efendi

 

Nitekim Mustafa Kemal Kırşehir’e gelmeden 6 ay önce 26 Haziran 1919’da Tokat’ta 2.Ordu müfettişliğine yazdığı bir yazıda Kırşehir Hacıbektaş’taki Cemalettin Efendi’nin ve Hacıbektaş Dede postu vekili Niyazi Salih Baba’nın Kurtuluş Savaşı’na sağladığı desteği açık bir şekilde ifade eder:

“Tokat ve Amasya yöresi halkının önemli bir bölümü Kırşehir’deki Baba Efendi’ye son derece bağlıdırlar. Vatan ve ulusal bağımsızlığa gelecek zararı gözleriyle görmekte olan bu kişinin şimdiki kanısı şüphe yok ki buna çok müsaittir. Bundan dolayı sözüne ve kendisine güvenilebilecek, zararı gözleriyle görmekte olan bazı kişileri görüştürerek kendilerine uygun görülecek birkaç mektup yazdırarak bu yöredeki toplulukların ileri gelenlerine dağıtılmak üzere Sivas’a gönderilmesini yararlı sayıyorum.”[25]

Buna karşı Hacıbektaş Çelebisi Cemalettin Efendi’den gelen bir telgrafta Hey’et-i Temsiliye çok açık bir destek ifade edilir:

“Devlet, millet ve mukaddes vatanın bekası ve haklarının muhafazası hususunda kurulan Hey’et-i âliyelerine Hey’et-i Temsiliye’nin vâki iştirakı ile fakirhanemizin kabül ve takdir buyrulduğunu tebşir eden telgrafınız alınmakla tâzimlerimizi ve teşekkürlerimizi arz ederiz… Hacıbektaş Çelebisi Cemalettin.”

Daha Hacıbektaşa gelmeden önce Sivas’tan Ankara’ya kadar olan yolculuğun hareket saatlerini , durulacak ve konaklanacak yerleri Hüsref Bey en ince ayrıntılarına kadar detaylandırıp Mustafa Kemal’e sunmuş, Mustafa Kemal bu detay yol güzergahı planını “Mucur’dan Hacıbektaş’a geçileceği” şeklinde düzeltip, Mucur’a varıncaya kadar Hacıbektaş’a gidileceğinin özellikle gizli tutulmasını emretmiştir.[26]

 

Hacıbektaşlıların Cumhuriyet Israrı

Mustafa Kemal ve Hey’et-i temsiliye Hacı Bektaş’a geçtiğinde Sivas kongresinin kararları elden ele dolaşmakta ve kahvelerde okunmaktadır. Hacı Bektaş Çelebisi Cemalettin Efendi açık desteğin ötesinde Mustafa Kemal Paşa’ya Cumhuriyet taraftarı olduklarını bile iletir. Gerek Selçuklu gerek Osmanlı dönemlerinde yoğun haksızlıklara uğrayan bu kesimlerin doğacak yeni devletin Cumhuriyet olmasındaki ısrarları şüpesiz Mustafa Kemal’e yüksek moral vermiştir. Ancak Paşa işi bilmektedir. [27]

Cemalettin Efendi Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’ya geçmeden önce kendilerine uğrayacağını bilmektedir. Karşılamak üzere Beştaş’lara kadar gitmiştir. Oysa aynı Cemalettin Efendi Talat ve Enver Paşalar I. Dünya Savaşı sırasında Hacıbektaş’a ziyarete geldiklerinde bu iki paşayı dergahın selamlığında karşılamıştı. Dahası bir zamanların Ankara valisi Sırrı Paşa bile kendi arabasıyla Beştaş’lara kadar gelmiş, burada toprağı öptükten sonra Hacıbektaş’a kadar yaya yürümüştü.

Tüm bu durumları Paşa’ya anlatan Mucur Kaymakam vekili Nihat Bey gözünden kaçmayan bu tezatlığı Paşa’ya “Paşam Çelebi Cemalettin Efendi’nin bu tavrı davamız için fâlihayırdır” diyordu. Çelebi Cemalettin Efendi Mustafa Kemal Paşa’yı siyah kupa arabasıyla karşılamış, bu arabaya Paşa’yı da alarak Hacıbektaş’a gelmişti.

Hacıbektaş’a Paşa’yla birlikte gelen Mazhar Müfit Kansu anılarına şu notları düşer:

“Biz de Çelebi Efendi’nin sarayı denilen harem selâmlık büyük ve fakat siyah toprak sıvalı binanın selâmlığının önünde durduk.

Bizi istikbal ile, merdivenden çıkınca bir odaya aldılar. Oda eski usul sedirlerle çevrilmiş, birkaç iskemle konulmuş, sigara masaları vesaireden ibaret eşyası ile, hiç de mükellef ve müzeyyen değildi. Bu mütevazi oda Çelebi’nin kabul odası imiş. Beş altı dakika sonra Çelebi Efendi geldi.

Çelebi Cemaleddin Efendi orta boylu, tıknazca ve kara sakallı, başında yeşil bir sarık sarılmış, cübbeye benzer siyah bir pardösü giymiş kıyafette idi. Paşa bizi takdim etti. İlk mülâkatlara mahsus havai sözler söylendi. Ve bir müddet sonra ‘İstirahat buyurunuz’ diye Cemaleddin Efendi hareme gitti. Ortalık kararınca odaya bir masa getirilerek rakı takımları konuldu. Cemaleddin Efendi geldi. Rahatsız olduğundan içmediğini fakat şerefimize içeceğini söyleyerek rakıya başladı. Paşa: “Biz de içmiyoruz!” cevabını verince Cemaleddin Efendi: “Burada içmemek nasıl olur? Bu âdeta bizi tahkirdir!” diye kadehi Paşa’ya sundu.

Birkaç kadeh rakıdan sonra yemek yenildi. Ve Paşa, Çelebi ile görüşerek, tamamen Kuvayi Milliye’ye taraftar olduğuna dair söz aldı ve buraya gelmekten maksadımız da hasıl oldu. Bu müzakere pek uzun sürmedi. Çelebi Efendi derhal vaziyeti kavradı ve adamlarına lâzım gelen talimatı vereceğini vadetti. Paşa’nın vaziyet ve giriştiğimiz mücadele hakkında verdiği tafsilât Çelebi’nin nazarı dikkatini celbetti. Hattâ Çelebi daha ileri giderek cumhuriyet taraftarlığını ihsas ettirdi ise de Paşa zamanı olmayan bu mühim mesele için müsbet veya menfi bir cevap vermeyerek gayet tedbirli bir surette müzakereyi idare etti. Anlaşılıyor ki Cemaleddin Efendi cumhuriyete taraftar, hele Salih Baba, hür fikirli, çok ileri bir zat. Ertesi gün Hacı Bektaş türbesi ziyaret edildi ve Salih Niyazi Baba’nın öğle yemeği davetinde bulunduk. Salih Baba türbenin ve dergâhının her tarafını gezdirdi. Meydan evi denilen mahalde yere küçük ve alçak bir masanın üzerine konulan büyük bir sininin etrafına oturduk. Hepimizin önünden dolaşan uzun bir havlu, yemekte çatal, bıçak vardı. Çok nefîs bir yemek… Can denilen müritler pek mükemmel ve sessizce hizmet ediyorlardı. Doğrusu yemekteki bu intizama hayret ettik. Yemeği müteakip ucu zıvanalı sigaralar ve kahveler de ikram edildi. O gün akşam üstü Mucur’a avdet edileceğinden, hareket zamanına kadar hoş bir sohbet ile vakit geçirildiği gibi, Çelebi ile Baba arasındaki ihtilâf bir derece halledilir bir şekle konuldu.

Alfred Rüstem Bey bu dergâhta çok merakla her şeyi tetkik ediyordu. Ve beraberce Aş Dede’nin odasına girdik; ocağa konulmuş eski zamandan kalma gayet büyük bir kazan vardı, onun yanında pösteki üzerinde çubuğunu içmekte olan baba oturuyordu. Baba bu tarihî kazanın muhafızı ve aşa ait hususatın müdürü olacak galiba. Rüstem Bey, Baba’ya hitaben:

– Baba Efendi, bu kazan hangi tarihten kalmadır ve kimler tarafından kullanılmıştır?

Baba:

– Pirimiz zamanından kalmadır.

Rüstem Bey:

– Evet. Tarihi malûm mudur? Nasıl olup da bu ana kadar kalmıştır?

Baba:

– Eski zamana sizi çok meraklı görüyorum. İşte bu kazan Pirimizden kalmıştır. Bize lâzım olanı bu; biz bugünü düşünür, yarına Allah kerim deriz. Geçmiş zamana da hu.

Rüstem Bey ile Aşbaba’nın yanından çıktık, Rüstem Bey: ‘Beklediği kazanın tarihini bilmiyor bu cahil adam!’ diye kızdı, fakat biraz sonra da:

– Monşer, Baba’nın felsefesi tuhaf: ‘Bu günü düşünmek, yarına Allah kerim, geçmişe hu’; evet, bu da bir meslek olabilir. Amma, çok kritik olur.

– Canım Rüstem Bey, dedim, biz buraya felsefe yapmağa, felsefe aramağa gelmedik. İşte Aşçı Dede bir kazan bekliyor vesselâm.

Gülüşerek, sonra Kırklar meydanını, camii, Balım Sultan’ı ziyaret ettik. Her taraf temiz, işler büyük bir sükûnet ile, telâşî gösterilmiyerek görülüyor. Herkes vazifesini biliyor. Doğrusu taktirde bulunduk.

Bir sıra Mustafa Kemal Paşa yanıma sokularak: ‘Büyük babalara ellişer lira verelim.” dedi. Ben de muvafık gördüm. Aş Baba’dan başlıyarak ellişer lira verdik. Hizmet edenleri de sevindirdik. Fakat Aşa Baba parayı alırken: ‘Eyvallah, fakat bu benim şahsıma değil, dergâha aittir.’ dedi.”[28]

Mustafa Kemal Bektaşilerin gözünde kutsal bir varlıktı. Hz. Ali  ve Hacı Bektaşi Veli Mustafa Kemal olarak “Tecelli ediliyor”du. Bu kişi Hz. Ali ve Hacı Bektaşi Veli’nin “Don değiştirmesi” ydi. Yüzyıllardır beklenilen “Mehdi” olarak yer yüzüne gelmiş, görevi ise “Kızılca kıyamet” aşamasına varmış toplumu kurtarmaktı. Alevi halka göre Mustafa Kemal “Evliya”dan başka bir şey değildir. Ancak “Evliya”lar böyle “dar” günlerde ortaya çıkar ve halkı kurtarır. İşte Mustafa Kemal hakkında Alevi-Bektaşi halkının inancı budur. Nitekim neden sonra 1921 yılında Konya valisine Mecitözü kaymakamınca çekilen bir telyazıda “son günlerde Alevilerin Büyük Millet Meclisi başkanı Mustafa Kemal Paşa’yı ‘mehdi’ (gerçek kurtarıcı) diye anmaya başladıkları” bildiriliyordu.[29]

Hacı Bektaşlıların konuğu olan Mustafa Kemal ve arkadaşları Mucur üzerinden Kırşehir’e doğru hareket ettiğinde coşkularına yeni coşkular katmışlardır. Kırşehir’de karşılama hazırlıkları yapılmaktadır. Kaldı ki Kırşehir atlıları Paşa’yı Topaklı’da karşılamış, birçok Kırşehirli Hacı Bektaş’a ve Mucur’a giderek karşılamada bulunmuşlardı.

24 Aralık 1919 Çarşamba günü öğleye doğru Mucur’dan çıkan Hey’et-i Temsiliye’nin yolu sabırsızlıkla, coşkuyla, heyecanla beklenmektedir. Kırşehir’den 200 kadar atlı Gölhisar sırtlarını tutmuş, başta Mutasarrıf Vekili Ali Hikmet Bey, memurlar, yediden yetmişe Kırşehirliler Kılıççı Köprüsü’nde toplanmıştır. Gölhisar sırtlarında cirit atan Kırşehir atlıları kalpaklarını sallayarak Mustafa Kemal Paşa’nın geldiğini işaret ederken atlılar arasında araçlar görünmeye başlamıştır bile… Heyecan doruktadır.

Çanakkale savaşlarının kahramanı, Osmanlı padişahının tüm yetkilerini aldığı ve tutuklanmasını istediği Mustafa Kemal Erzurum ve Sivas’ta yaktığı Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın meş’alesi ile Kırşehir’e, Kırşehir’i aydınlatmaya gelmiştir. Hava sisli ve nemlidir. Ara ara yağmur yağmaktadır. Kurbanlar kesilmiştir. Şimdi gelin bundan sonrasını bu olayın canlı tanığı ve 1918’de “Kırşehir Gençler Derneği”nin kurucularından araştırmacı-yazar Cevat Hakkı Tarım’dan öğrenelim.

 

 

Cevat Hakkı ’ dan  24 Aralık  1919

 

 

“Hey’et-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal’in Erzurum ve Sivas kongrelerinde tesbit ve teyit edilen Misak-ı Millî’nin hükümlerini tatbik etmek azim ve karariyle sine-i millette bir ferd-i millet olarak millî harekâtın merkez ve kalbgâhı olan Ankara’ya seferleri esnasında bir gece de Kırşehir’de kalacakları haberi memleket içinde yayılır yayılmaz 24 Aralık 1919 sabahı yedisinden yetmişine kadar halk O’nun nurlu yüzünü bir an önce görmek için atlar, arabalarla, bulamayanlar yaya olarak Mucur ilçesi istikametine doğru yollara dökülmüşlerdir.

“Kasabada mevcut okulların öğretmen ve öğrencileri Kayseri şosesi üzerinde bulunan Yenice Mahalle’nin münasip bir noktasında saf saf dizilmişler, sabırsızlık ve heyecan içinde bekliyorlardı. Ben o zaman ortaokul tarih-coğrafya ve jimnastik öğretmeni idim.

“Kuşluğa doğru ağır ağır ilerleyen bir otomobil…  Yanlarından ve ardından koşuşan atlılar…  Evlerin pencerelerine asılmış ay-yıldızlı bayrakları arasından uzanan başlar…  Alkış…  “Yaşa, var ol!” sesleri ufukları çınlatıyor. Ana-baba günü…  Mahşerî bir an…

“Kalabalığı görünce otomobil duruyor. İçinden inen Mustafa Kemal ve arkadaşları bize doğru yaklaşıyorlar. Sevinç ve neş’e içinde kıvıl kıvıl kaynaşan, yerlerinde duramayan yavrular “Babamız!  Kurtarıcımız!” diye avaz avaz bağırıyorlar. O da çocuklar gibi gülüyor, neş’eleniyor. Birer birer ellerimizi sıktıktan sonra “Teşekkür ederim arkadaşlar. Zahmet etmişsiniz!” sözleriyle iltifatta bulunuyorlar.

“O ulvî sahne… O mütevazi, mütebessim, vakur insan… Başındaki o heybetli kalpak… Sırtındaki o yakası kürklü gocuk… İnsanın içine bir yıldız gibi sağan mavi gözler… Altın saçların çerçevelediği azimli ve mânalı yüz… Dimdik yürüyüş… Tarihin derinliklerinden süzülüp gelen bir Alp Arslan asalet ve azameti ile hâlâ yükselir hayalimde…

“Gençler Derneği’nde muhterem misafirlerimiz için bir çay ziyafeti tertiplemiştik.

“Mevsim kış, ortalık karlarla örtülü olmasına rağmen baharı andıran güzel ve ılık bir hava vardı. Gümüş çağıltılarla akan Kılıçözü Çayı’nın karşısındaki Gençler Derneği’nin önü vatandaşlarla dolmuş, her taraf bayraklarla donatılmıştı.

“İkindiye doğru Mustafa Kemal ve arkadaşları, hükûmet erkânı ve kasabanın ileri gelenleri gözüktüler. Ağır ağır geliyorlar. Yolunda el ve gönül bağlayanları güler yüzle selâmlayarak binaya giriyorlar, yerlerini alıyorlar.

“Kırşehir’in bilgili ihtiyarı Kocaoğlu Hakkı Efendi büyük kurtarıcının karşısında sanki gözleri ışıktan kamaşmış gibi başını eğmiş, ellerini kavuşturmuş, hürmetle oturuyor. Derin ve lâhutî bir sessizlik…

“Dernek üyelerinden bir arkadaşın misafirleri selâmlayan ve hoş geldiniz diyen cümlelerinden sonra bu sessizlik birden canlanıyor. Sohbetler başlıyor. Çaylar içiliyor.

“Bu sırada ben günlerden beri itina ile hazırladığım nutkumu büyük kurtarıcıdan müsaade alarak heyecanla okumağa başlıyorum. Doktor Refik Saydam’ın yanındaki Mazhar Müfit Bey’in kulağına eğilerek “Ne kadar şairâne okuyor” sözlerini oturdukları kanepenin arkasında bulunan Yusuf Selçuk haber verdiği zaman ne kadar sevinmiştim.

“Gözlerim puslana puslana okuduğum nutkumu bitirince ayağa kalkan o büyük insan hâlâ gür ve tatlı sesininin âhengi kulaklarımda yaşayan kitabelerini irada başlıyorlar.

“Milletimiz teşkilât fikrini henüz zihnine sokmamıştır. Ekseriya bunu hükûmete terkeder. Bu milletimiz öteden beri ihtiyar ettiği bir ahlâktır. Büyüklerine hürmet iyi bir ahlâktır. Fakat zaman, hâdisât ve tecarüp gösterdi ki bizâtihi milletin mütehassis ve mütefekkir olması lâzım. Her ne şekil ve vasıfta olursa olsun âhara terketmemek lâzımdır, ederse bugünkü netice hâsıl olur.

“Nazarımızı tarihe çevirecek olursak millet derece-i hâkimiyetinden aşağı doğru inmeğe başlamıştır. Fakat düşününüz, milletimizin her ferdi mütefekkir ve mütehassis bir tarzda yetiştirilmiş olsaydı muhakkak bu hale gelmeyecekti. Memleketi ve milletin idaresini deruhde etmiş olanlar tertibâdâtında hata etmiş olur, fakat bütün bu hataların netice-i müellimesinden bütün millet mutazarrır olmuştur.

“Mütarekeyi mütakip milletimiz, teessüfle söylenir, mukadderatının müsamahakârı bir halde bulunuyor, mevcudiyetimizi imhaya hâhişker olan düşmanlar acı darbeler indiriyorlar, memleketimiz parçalanmağa namzed bulunuyordu. Şayanı teşekkürdür ki, bazı ahvâl hâiz-i kıymet olan milletimizi teyakkuz ve intibaha getirdi. Yer yer efradı milletimiz yekdiğerini aramağa, bulmağa başladı. Bunun neticesi olarak teşkilât meydana geldi. Devletimizin istiklâlini mahvetmeğe çalışan ecânib milletimizde böyle bir ruhun tecelli edeceğine intizar etmiyorlardı. Burada yaşayan insanları hissiz mahlûkattan ibaret zannediyorlardı. ‘Böyle bir milletin hakk-ı bekası olamaz!’ kararlarını ittihazda bir millet mevcudiyeti nazar-ı dikkate alınmadı, milletimizin hâdisât ve darabât neticesi olarak yer yer taazzuv etmesine ehemmiyet vermemişlerdir. Bu ehemmiyet verilmeyen parçaların müdafaa etmek istedikleri ve verdikleri karar ve bütün milletin kabul etmek istediği nokta-i esasî Kuva-yı Milliye’nin âmil, irade-i milliyenin hâkim olmasıdır.

“Ve bu teşkilâtın ruhu budur. Bu maksatla teşkilâtı teşmile başladığı zaman ecânib nazar-ı dikkatini Türkiye’ye çevirmeye başladı, mahiyeti asliyesine inanamadı; muhtelif memurlar, heyetler gönderdiler; bizde bir hiss-i hayat keşif ve onu yakından temas ile tetkike başladılar. Ve binnetice anladılar ki miskin bir millet değildir; altıyüz sene ve daha evvelden beri hâkimiyetini ispat etmiş, efendilik yapmış bir millet onların tasavvur ettiği esir bir millet değildir. Binaenaleyh ecânib tamamen kaani olmalıdır ki Türkiye ve Türkiye’de yaşayan millet başlıbaşına bütün cihan milletleri içinde müessir mevcudiyete mâliktir, bu izâle edilemez.

“Elhamdülillah, devletimiz ve milletimizin istiklâli mevzuubahs olmaktan çok uzaklaşmıştır, istiklâlimize her suretle hürmet edilmesi tahakkuk etmiştir. Bu bizim için kâfi değildir, bu maksad ve gayemizi temin edemez; maddeten takarrürünü görmek mecburiyetindeyiz. Tamamen mutmain olmak, atideki küşayiş ve temeddünü bihakkın temin edilmek için vatan sahibi olarak görüşmeliyiz.

“Müstakil yaşamak için feyizli vatanın teminine muhtacız. Çizdiğimiz bir hudut vardır. Bu hududu ecanibin elinde bırakamayacağız. Emniyetimiz çok kavidir.

“Bu teşkilat henüz bir şekilden ibarettir. Bugün yarın bir şekli hendesi gibi bakamayız, buna ruh verebilmek içinde her ferdi milletimizin dimağını inkişaf ettirmek, Hey’et-i Umumeye’nin mukadderatına vukubulacak taaruz ve tecavüzden kendilerini muhafaza edebilmek için teşkilata müttehiden tevessül etmek lazımdır.

“Vahdeti vatana ait fikirlerimiz kısa oluyor. Diğer vatandaşlarımıza vuku bulacak zarardan müteessir olmuyoruz. Bütün millet bir vucud gibi bir hale getirilmelidir. Her millette olduğu gibi bizde de bir işe müteşebbüsler başlar. En son ferde ve yukarıya doğru sirâyet ettirilir. Az zamanda matlûp vecihle istikamet-i hakikiyeye sevkedebilmek için münevverler daha çok vazifedârdır. Münevverlerin vazifeleri gayet büyüktür.

“Hiçbir millet yoktur ki ahlâk esasatına istinat etmeden tefeyyüz etsin. Münevverlerimiz vatan ve millet fikirlerini vermekle beraber rakip milletlere karşı muhafaza-i mevcudiyet için lâzım olan hususatı temin ederlerse vazifelerini daha vâsi surette ifa etmiş olurlar.”[30]

“Atatürk’ün hitabeleri içten tezahurratlar ve alkışlarla sona erdikten sonra dernek başkanı Mustafa Hilmi (Nural) arkadaşımız derneğin nizamnamesini kıymetli misafirimize sundular. İnceden inceye tetkik ve mütaleya buyurdular. İyade ederlerken “Milli hedef ve gayelerimizin bu eserde tesbit ve bifiil tatbik edilmekte olduğunu görmekle bahtiyarım” sözleriyle iltifatlarda bulundular. Derneğin hatıra defterine el yazılarıyla yazdıkları ve arkadaşlarına da imza ettirdikleri:

“Kırşehir gençlerinin vatanımızda gençliğin kıymetli bir enmuzeci olduklarını isbat edecek ekârı-ı metine ve musibe ile mütehalli bulundukları kanaatıyla va’z-ı imza eyleriz 24 kanunevvel 1335”[31]

 

Mustafa Kemal

Hüseyin Rauf, Mazhar Müfit,  Ahmet Rüstem, Hakkı Behiç

 

 

“Vecizesinde Kırşehir gençlerinin şahsında bütün Türk gençliğine karşı asîl kalplerinde taşıdıkları sevgi ve güvenlerini bir defa daha tesbit ve teyit buyurdular.

“Heyet için Kuşdilli Mahallesinde Kılıçözü Çayı’nın güzel panaromasına nazır, bir ara erkek sanat okulu olan Çopur Saitoğlu rahmetli Mustafa beyin evi hazırlanmıştı.

“Şimdi birçoğu memleketin dört bucağında en mütevazi mesleklerde en yüksek mevki mertebelerde vazifelerini ifa etmekte olan masum yavruların mini mini ellerinde taşıdıkları fenerlerin titrek ışıkları gecenin karanlıklarını yara yara konağın önüne geldiği vakit Mustafa Kemal ve arkadaşları balkona çıkmışlar, rahmetli ortaokul müdürü Ömer Aydın[32] (Genç)’ın heyecanlı nutuklarına cevap veren Mustafa Kemal ilk defa Kırşehir’de “Bu milletin içinden çıkan bir Kemal:

Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini

Yok imiş kurtaracak bahtı kara mâderini

 

demiş. Gene bu milletin bağrından çıkan bir Kemal’de diyorki:

 

Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini

Bulunur kurtaracak bahtı kara mâderini

 

beyiti ile bitirmişlerdi.[33]

“Ertesi sabah büyük kurtarıcı zafer ve uğur dilekleriyle elleri göklere açılan sevgili milletinin alkış ve sevinç gözyaşları arasında Ankara’ya müteveccihen yollarına devam etmişlerdi.”[34]

 

MUSTAFA  KEMAL   KAMAN’DA

 

25 Aralık 1919’da Kaman’a doğru hareket eden Mustafa Kemal’i Sofular (Aydınlar) köyünde Kaman atlıları karşılar. Otomobiller bir hanın da bulunduğu Darıözü’nde kalır. Mustafa Kemal ve arkadaşları Kaman’a atlarla girerler. Kaman’ın ileri gelenlerinden Bektaşoğlu Ali Çavuş’un evine misafir edilirler Paşa orada çevre köylerden gelenlerle görüşür. Kurtuluş davasını anlatır.

Kaman’da Mustafa Kemal’i misafir eden evin sahibi bulunan Ali Çavuş’un kardeşinin oğlu 1322 doğumlu Mehmet Bektaş Mustafa Kemal’in Kaman’a geldiğinde 13-14 yaşlarındadır.

Mehmet Bektaş anılarını şöyle aktarır:

“Atatürk’ün Kaman’a ilk gelişi sırasında ben 13-14 yaşlarındaydım. O zaman Kaman Bucak idi. Atatürk’ün geleceği o günkü büyüklerimizce duyulmuş, gerekli hazırlık yapılmıştı. 25 Aralık 1919 günü Atatürk’ü karşılamak üzere amcam Ali Çavuş, Çakıroğlu Musa Kâhya, Kara Omaroğlu Mehmet Efendi, Eğişoğlu Musa Kâhya ve daha bir kısım halk Göğcepınar denilen yere (Kovalı’ya) gittiler. Hatırımda kaldığında göre bunların çoğu atlıydı. Karşıladıktan sonra Mustafa Kemal Paşa ve iki arkadaşını amcam Ali Çavuş’un odasına, diğer üç konuğu da Musa Kâhya’nın odasına aldılar.

“Mustafa Kemal Paşa Amcam’ın – yani bizim – kapıya gelince kapıya yaşlılardan ayrı olarak genç ve çoluk çocukta birikmişti. Amcam gereksiz kalabalık yapmasınlar diye çocuk ve gençleri azarlayıp, uzaklaştırmak istedi. Bunu gören Mustafa Kemal Paşa:

“- Bırak, bırak! Onlar ilerde bu vatana bize lazım’ dedi. Ve çocuklardan birkaçını okşadı, gönüllerini aldı. Her 23 Nisan bayramında Atatürk’ümüzün bu davranışı gözümün önüne gelir.

“Atatürk pencere önünde kendi defter ve kağıtlarına bakıyordu, bu sırada Omarköyü’nün aşarcısı aynı avlu içerisindeki başka bir odaya misafir olarak alındı. Atatürk bu sırada – Öşür almayı, aşar memurluğunu beğenmediğini ifade eden – sözlerde bulununca adı geçen aşar memuru Mahmut oğlu Hacı Mehmet  başka bir eve gönderildi.

“Keskin’nin Bağşırlı köyünden Paşa’nın bir nöbetçisi vardı. Atatürk dışarı çıkınca onu kapıda bekler gördü. Geri odaya döndüğünde amcam Ali Çavuş’a: ‘- Sen git onun yerine nöbet bekle, o yemeğini yesin.’ dedi. Sonra sohbete başladılar.

“Mustafa Kemal Paşa bu sırada: ‘- Bak Ali Çavuş, bir noksanın var, evin iyi, güzel ama, bir helası yok. Bunu hemen yaptır.’ dedi.

“Gerçekten hela o zaman evden çok uzaktaydı.

“Bu sırada Hamitli Rıza Bey geldi. Atatürk ona: ‘- Hoş geldin.’ dedi. Ayakta kendi aralarında kısa bir konuşma yaptılar. Rıza Bey çıkıp gitti.

“Ali Çavuş’a Atatürk: ‘Sen İstanbul’a gitmişsin, durum nasıl?’ diye sordu. Amcamda: “- İstanbul’da Hükümet kendi başına buyruk değil. İngilizler ne derse onu yapıyorlar. Yalnız İngilizler değil başkaları da işlere karışmış. Durum hiç iyi değil.’ diye anlatınca, Atatürk: ‘Siz bunları gören ve anlayan bir kişi olarak halka da anlatın, onlar da anlasınlar memleketin durumunu.’ dedi.

“O sırada küçük amcam Galiçya’da vurulmuş, yaralanmış gelmişti. O içeri girdi. Mustafa Kemal Paşa onun halini hatırını sordu, gönülünü aldı. Atatürk’ün yanında bulunan bir konuk da doktormuş, ilgilendi. Hastahanede, İstanbul’da amcamı görmüştü, tanıdı. Bir kağıt yazdı. Kırşehir’den bu kağıtla amcama ilaç getirttik.

“Sonra Atatürk Ali Çavuş’a yolculukta, nerde kalabileceğini sordu. O’da ‘Köprü köyünde Hacı Ali Ağa’nın odasında kalırsınız.’ dedi.

“Sabahleyin kahvaltıdan sonra bucağın ileri gelenleri konukları uğurladılar.”[35]

Mehmet Bektaş anılarında amcası Ali Çavuş’un evine Kuva-i Milliye reislerinden Hamitli Rıza Bey’in de gelerek Mustafa Kemal’e “Hoş geldin” dediğini ve de kendi aralarında kısa bir konuşma yaptıklarını sonra Rıza Bey’in gittiğini söylemektedir ki, Hamitli Rıza Ankara’ya Mustafa Kemal’den önce vararak karşılama ve güvenlik tedbirlerine katkıda bulunmuştur.

Atatürk’ün Kaman’a gelişini dedesi Muhacir Emrah’dan dinleyen Kırşehirli yazar Hasan Kıyafet şu duyumlarını aktarır:

“Ankara – Kayseri yolu o sıra Çağırkan Höyük’ünün yanından geçerdi. Mevsim kara kıştır ve Mustafa Kemal’in bisiklet tekerine benzeyen tekerli arabası Darıözü’nde kara saplanır. Konuk sever Kamanlılar hemen yardıma koşarlar. Camız, öküz yardımıyla arabayı çekip Kamana getirirler. Mustafa Kemal Bektaşoğlu Ali Çavuş’un konağında konuk edilir. O akşam Ali Çavuş’un konağında bulunanlardan dedem Muhacir Emrah’dan dinlediğim kadarıyla:

‘Mustafa Kemal gelmiş dediler. Herkes Ali Çavuş’un konağına seyirtti. Ali Çavuş benim arkadaşımdı. Çevreye gözcüler kondu. Koyun kuzu kesildi. Başka Paşalar varmış, ama giyimleri sivildi. Bir ara Mustafa Kemal’in işesi gelmiş. O sıra içeride tuvalet icad değil. Yüznumara, ta avlunun öte başında her neyse yol göstermeye ben çıktım. Dışarısı apak kar. Azıcık gittik, Mustafa Kemal yamçısını başına bürleyip oraya çöküverdi. Hiç utanıp sıkılmadan yelleni yelleni şey etti. Biz güldük, o hiç aldırmadı. Yüznumaraya kadar gidemeyişini bizler tabansızlığına yorduk ama, Ali Çavuş öyle düşünmedi. Büyük adamın düşmanı çok olur. O düşmandan tuzaktan çekindiği için gitmemiştir dedi.”[36]

Mustafa Kemal akşam yemeğini Ali Çavuş’un odasında yemiş. Sofraya tavuklu bulgur pilavı ve her evden bir tepsi yemek yetiştirilmiştir. Mustafa Kemal bir ara eliyle tavuğu parçalayarak kanadını yemeğe başlamış, beyaz göğüs eti dururken kanadı sıyıran Mustafa Kemal’e Rauf Bey (Orbay) “Paşam neden kanadı yiyorsunuz?” deyince Mustafa Kemal “Uçacağız da ondan Rauf” cevabını vermiştir.

Geceyi Kaman’da Ali Çavuş’un evinde geçiren Mustafa Kemal ve arkadaşları kapalı ve yağmurlu bir havanın 26 Aralığında atlara binerek şoseye çıkmışlar, hanın önünde bekleyen otomobillerine binerek Kaman’dan hareket etmişlerdir. Kamanlılar Mustafa Kemal ve arkadaşlarına yol azığı olarak iki hindi pişirerek Mustafa Kemal’in çavuşuna teslim etmişlerdir.

Mustafa Kemal Ankara’ya yola koyulduğunda mükemmel bir karşılama organize edilmiş, Ankara Müdafa-i Hukuk Cemiyeti reisi Mehmet Rıfat (Börekçi) Efendi Keskin Müdafa-i Hukuk Cemiyetine gönderdiği 20.12.1335 tarih ve 2375 numaralı acil telgrafta suvarilerin istikbal merasiminde hazır bulunmaları istenmiş[37], Hey’et-i Temsiliye’yi karşılayanlar arasında Rıza Bey’de yer almıştır.

 

Üstü açık bir otomobil

Döndü Kırşehir kavşağını

Cemre düştü havaya, toprağa, suya

Umut en ürkek ruhta bile

Neredeyse meyveye duracak

 

Ankara şimdi beyni

Kurtuluş kavgasının

Bu kavga ki canlar canlar canlar pahasına

Yalnız onurumuzu değil

Canımızı da kurtaracak[38]

 

Ulusal Kurtuluş Savaşı boyunca Kırşehir bağımsızlık yolundan hiç ayrılmadı. Yozgat dolaylarında çıkan ayaklanmaların bastırılmasında Çiçekdağlılar büyük katkı sağladılar. Anadolu’ya saldıran düşmanların karşısında hilafetçilerin ve İngilizlerin kışkırtmaları sonucu ulusal direniş gücünü yıpratmak için çıkarılan ayaklanmalara Kırşehir halkı katılmadı. Savaşın başından sonuna kadar Kırşehirliler kendilerini yurt ve vatan hizmetinde gördürler.

Nitekim Atatürk 27 Aralık 1919’da “Müdafaa-i Hukuk Merkez Kurullarına” gönderdiği genelgede “Sivas’tan Kayseri yolu ile Ankara’ya hareket eden temsilciler kurulu bütün uğradığı yerlerde ve Ankara’da büyük ulusumuzun ateşli, içten yurtseverlik gösterileri içinde; bugün buraya geldi. Ulusumuzun gösterdiği birlik örneği ve yüreklilik, ülkemizin geleceğinin kurtarılması konusundaki görüşleri sarsılmaz biçimde sağlamdır. Şimdilik temsilciler kurulu Ankara’dadır. Saygılar sunarız.”[39] diyerek memnuniyetini ifade etmiştir.

Hey’et-i Temsiliye 27 Aralık 1919’da Ankara’ya ulaşmıştır.

Mustafa Kemal Ankara’ya geldiğinde işgal eylemleri hızla gelişiyor, Yunanlılar Ege’de, Fransızlar Güney Doğu’da ilerliyordu. İşler giderek çetinleşiyordu. Üstelik bir tek sorun düşmanlada yaşanmıyor, Damat Ferit’de İngilizlerle işbirliği içinde Mustafa Kemal ve arkadaşlarını ölüm cezasına çarptırıyor. 24 Mayıs 1920’de de Padişah Vahdettin bu hükmü onaylıyordu.

Vahdettin’e göre Mustafa Kemal ve yanındakiler tenkil olunmadıkça Türkiye İngiltere’den yardım bekleyemezdi.[40]

 

Kırşehirliler Kurtuluş Savaşında da şehitler verdiler Kaman ve Çiçekdağın’da sayısı saptanamayan şehitlerle birlikte resmi kayıtlara göre Kırşehir 210, Mucur 75, Avanos 85 evladını kaybetti.

Ceyhan Atuf Kansu, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın Kırşehir bağlamına değinirken şöyle der:

“Kırşehir’de bizi lise ve fakülte arkadaşım Hulusi karşıladı. Evinde konuklayıp, ağırladı. İlk izlenim Anadolu yaşantısında konukseverlik ötesi… Hulusi’nin babası bir Müdafaa-i Hukukçu idi. Sivas’tan Ankara’ya geçerken Mustafa Kemal, Mucur’da, Kırşehir’de gençlerin yüreğinde Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın ateşini yakmıştı. Adına ‘Ulusal Kurtuluş Cephesi’ diyebileceğimiz Müdafaa-i Hukuk örgütlerinin çekirdeğini Anadolu’da eski ve köklü alilelerden gelme bu gençler kurmuşlardır. Kasabalarında, kentlerinde bir ocağı tutuşturmuşlar, Kuva-yı Milliye’ye yiyecek ve giyecek, para silah. Asker sağlamışlardır. Direnmiş, savaşmışlardır. Savaş bitip Cumhuriyet kurulunca taşralı yaşantılarında ilk ateşin közünü saklamışlar, çoğu alçak gönüllü bir yurtseverlikle gölgede kalmışlardır. Hulusi’nin babası böyle bir insandı. Yaptıklarından ettiklerinden hiç söz etmezdi… Ceviz ağaçlarının gölgelediği evinde bir Anadolu töresini sürdürüp gidiyordu. Kendini örtmeyi bilen gönül zenginliğinin bahçesini açar, Anadolu kentleri içinde ak kerpiç, yeşil kavak Kırşehir kadar sıcak insan, kent az bulunur. Açık ve dost bir güneş altında her bir değerini bol bol ortaya kor. Bir Türkmen şöleni gibidir.”[41]

Kurtuluş Savaşının çete savaşları dönemi içinde “Hamit’li Rıza” olarak ünlenen Kuvay-i Milliye şeflerinden Rıza Bey (Silsüpür) sonradan 1926 yılında Ankara’da idam edilmiştir.[42]

Rıza Bey’in babası dahil tüm aile ve akraba efradı Mustafa Kemal’e karşı en ufak bir öfke ve kin duymamıştır. Rıza Bey’in babası oğlunun idamının acısıyla yazdığı şiirler Kırşehirli gazeteci Sayın Dursun Yastıman’ın arşivlerinde bulunmakta olup, tarafımdan el yazması olarak görülmüştür. Bu şiirlerinde Rıza Bey’in babası, oğlu Rıza’nın sürekli olarak Atatürk’e yanlış anlatılınmış olmasından yakınmıştır.

Silsüpür oğlu Halil Bey, oğlu Rıza idam edilince kendisinde de birazda şairlik bulunduğundan bu olayı ağıtımsı dörtlüklerle şöyle dışa vuruyor ki, ben burada iki dörtlüğünü aktarıyorum:

 

 

Demişler isyana hazır duruyor

Şeyh Said’e iştirake varıyor

Dört alçak kaleli şahit oluyor

Sebebi felaketim bilsinler deyi

 

Kainat bilir değilim hain-i vatan

İstiklal uğrunda ilk adım atan

Şahit olsun kalem zaptımı tutan

Göğsümden yaftayı silsinler deyi

 

Kendisi birinci dönem Kırşehir milletvekilliği de yapan Rıza Bey meclisten aldığı yetkiyle Kırşehir ve çevresinden topladığı 600 kişilik suvari alayıyla birlikte batı cephesinde Yunanlılarla savaşmak üzere gitmiştir.  Bu konuda F. Rıfkı Atay Çankaya adlı eserinde özetle “Çetelere duyulan bu aşırı güven sırasında Keskin’li Rıza denen ve milletvekili  bulunan haydutun bir süvari alayı ile kendi bildiği bir geçitten Bursa’ya girip, Bursa’yı düşmandan alacağını söylediğini, meclisin Mustafa Kemal’e rağmen kendisine bir alay kurdurtmak yetkisini verdiğini, bu alayın da ilk düşman ateşi karşısında dağılıp Türk köylerini yağmaya başladığını, ellerindekisilahlarında güçlükle geri alındığını” söylemektedir.

Oğlu Ahmet Kasapoğlu tarafından anıları yayınlanan, Milli Mücadelede Soma – Bergama cephesinde Kırkağaç milli tabur ve Soma milli alay kumandanı olarak görev yapan Kasapoğlu Hüseyin Hulki Efendi 16 Ağustos 1920 Pazartesi günlüğüne şu notları düşer:

“Bugün İnegöl ve Sülüklü’de bulunan 600 mevcutlu Kırşehir Milli Suvari Alayı’nın Pazarcık’a çekileceği, yeni bir emre kadar bu alayın kumandanı Mebus Rıza Bey’in emrinde bulunacağımızı Suphi Bey bildirdi. Sabahleyin güneş doğarken bu alayın ileri bölüğü geldi. Bir düşman teyyareside arkalarını takip ediyordu. Bölükler Pazarcık’a girerken teyyare bomba attı. Bomba köyün sığırının içine düştü. Zayiat ve telefat vuku bulmadı.”[43]

Milli Mücadele boyunca Kırşehir’i ilgilendiren bir ciddi olayda Kayseri, Yozgat ve Kırşehir çevresinde çalışmalara başlayan 5 numaralı “İstiklal Mahkemesi”nin kurulmuş olmasıdır. Mahkemenin en belirgin görevi; cepheden firar edenleri, firarı kolaylaştıranları, himaye edenleri, ordunun sevkinde ve toplanmasında gevşek ve ihmal davrananları, ordunun ve memleketin maddi ve manevi kuvvetini kırmak isteyenleri şiddetle cezalandırmak olmuştur.[44]

10 Ocak 1921 tarihinde Milli Savunma Bakanlığına bağlı “Sevkiyat ve Nakliyat Genel Müdürlüğü” kurulmuş, bu genel müdürlüğe bağlı olarak oluşturulan “Kayseri Menzil Bölge Müfettişliği” Kayseri – Kırşehir hattı üzerinde de sevkiyat ve nakliyat görevleri yürütmüş, menzil ve nokta Ambarlı Konak Komutanlıkları da; Ulukışla, Niğde, Kayseri, Köprüköy, Hacı Bektaş ve Kırşehir’de kurulmuştur.[45]

19.Ocak 1920 Tarihli, Mustafa Kemal tarafından Mucur Askerlik şube Başkanı Sadık Bey’e gönderilen Telgraftan Hacıbektaş’da da İzmir cephesine gönderilmek üzere bir kuvvet hazırlandığını öğreniyoruz. Mustafa Kemal söz konusu Telgrafta Hacbektaş’da ki Cemaleddin Çelebiye bildirilmesi isteğiyle şöyle diyor:

‘Çelebi Efendi Hazretlerinin milletin ve yurdun korunması ve dirlik düzenliği hakkındaki duygularıyla yurtsever girişimlerine büyük teşekkür ederiz. İzmir cephesi için hazırlandığı bildirilen kuvvet hakkımda gereğinde maruzat da bulunulacağının kendilerine duyurulmasını rica ederiz ‘

Kurtuluş Savaşı boyunca doğu cephelerinden ve Elcezire’den Kayseri’ye, buradan da Kırşehir – Yahşihan karayoluyla Ankara ve çevresine silah, cephane ve yiyecek sevkiyatı gerçekleştirilmiştir.

Nitekim 1921 ortalarından itibaren çıkartılan bir emirle Kütahya – Eskişehir muharebelerinden yıpranmış çıkan ve Sakarya gerisine çekilen batı cephesinin ihtiyacı; Konya’dan başka birinci kademe olarak Çorum, Yozgat ve Kırşehir, ikinci kademe olarak Kayseri ve Sivas’ta karşılanması planlanmıştır.[46]

14 Şubat 1922 tarihli T.B.M.M Başkanı ve Başkomutan Mustafa Kemal’in emirleriyle Kırşehir ve Keskin’de büyük yerel yöneticilerin başkanlığı altında birer alım komisyonu kurulacağı, Kırşehir Komisyonuna haftada 20 bin lira, Keskin Komisyonuna da haftada 10 bin lira verlileceği, alım yapan bu komisyonların arpa, buğday ya da para vererek paralı taşıtlar tutup alınan yiyecekleri bu taşıtlarla Yahşihan askeri deposuna bırakmaları istenmiştir. Söz konusu emir Milli Savunma Bakanlığına Kırşehir Sancağına, Ankara iline ve Keskin Kaymakamlığına gönderilmiş, İçişleri    Bakanlığına da bilgi verilmiştir.[47]

23 Temmuz 1921 tarihli gizli meclis oturumunda Ankara’nın “Başkent” olarak güvenliği nedeniyle hararetli tartışmalar yaşanmıştır. Zira batı cephesinde Türk ordusunun Kütahya’da yenilerek Sakarya’nın doğusuna çekilmesi bütün yurtta ve meclis içinde infial yaratmıştır. Gerekirse ordu Kırşehir’e, Kızılırmak’a, Beypazarı’na doğru geri çekilerek yeni bir cephe oluşturacaktır.

Nitekim Başkomutan Mustafa Kemal 26-27 Ağustos 1921’de Refet Paşa hazretlerine kişiye özel çektiği şifreli telgrafta “Alan savaşının Ankara’ya kadar uzaması olasılığını belirtmiş, meclisin ve bakanlar kurulunun ve Ankara’da kalmasına gerek olmayanların Ankara dışına çıkması gibi geçici önlemlerin alınmasını istemiş, meclisin ve hükümetin Yahşihan üzerinden Kayseri’ye taşınması gerektiğinden bahsetmiş, bu taşıma işinin iki gün içinde açıkcası 29 Ağustos akşamına kadar sonuçlandırılmasını istemiştir. Mustafa Kemal aynı tarihli bir başka şifreli telgrafında düşman birliklerinin genel saldırısının bütün gece boyunca bütün cephenin durumunu sarsacak ölçüde kesintisiz sürdürdüğünü ve şayet bu saldırının 27 Ağustos 1921 günü aynı şekilde devam etmesi halinde bulundukları yeri basamak basamak savunarak Ankara’ya yakınlaşma zorunluluğunun doğabileceğini belirtmiştir.[48]

Mustafa Kemal yine aynı gün “Bu emrin uygulanması için yeni bir haberinin beklenmesini rica ederim.” diyerek ve gizli kalmasını özellikle belirterek olası bir paniğin önüne de geçmiştir.[49]

Aynı zaman dilimi içinde mecliste başkentin Ankara’ya mı, Kırşehir’e mi taşınması gerektiğine ilişkin ciddi tartışmalar olmuştur. Bu tartışmalarda Milli Savunma Bakanı Fevzi Paşa özetle “Hey’et-i Vekiliye yaptığı müzakaratta Kayseri’yi münasip görmüştür. Kayseri malümü âliniz Anadolu’nun göbeği addolunur. Konya’ya yakındır. Otomobil yolları üzerindedir.” demiş, buna karşılık tartışmalar devam etmiş, Kırşehir mebusu Yahya Galip Bey’de “Meclisin Ankara’dan Kayseri’ye gitmesiyle kalması arasında fark olmadığını” belirterek “Meclisin  Ankara’dan kalkarsa Kırşehir’e gidebileceğini” önermiştir.

Sonuçta uzun müzakerelerden sonra 31 Temmuz 1921’de Mustafa Kemal başkanlığındaki gizli meclis oturumunda, Mustafa Kemal özetle “Hükümet ve meclisin mümkün olduğu kadar Ankara’da bulunmasını, evvela ailelerin şahsi eşyaların gönderilmesini, fakat icap ederse yeni bir karar alınacağını belirterek yine olası bir paniği önler.

 

“Yeni meclis ve yeni hükümet

İsyanlar içinde buldu kendini

Bir bölümü yeni söndürülmüş

Bir bölümü yeni parlayan

Adapazarı’nda, Düzce’de, Bolu’da

 

Canlar canlar canlar pahasına

Bastırılırken ayaklanmalar

Alevleniyordu Yozgat, Boğazlıyan

İstanbul’daydı fitnenin asıl başı

Damat Ferit Paşa kin kusuyordu

Uçak uçak, bulut bulut kirleniyordu gök yüzü

Ve yayılıyordu Anadolu’ya alev alev, duman duman”[50]

 

 

YOZGAT İSYANI VE KIRSEHİR

Nutuk’tan Yozgat İsyanı

 

“Efendiler, memleketin kuzeybatı bölgesinde âsilerle uğraşırken, memleketin ortasında, Yenihan, Yozgat ve Boğazlıyan dolaylarında da isyan başlıyor. Bu isyan hareketleri de hatırlanmağa değer.

14 Mayıs 1920 tarihinde Postacı Nâzım ve Çerkez Kara Mustafa adında birtakım adamlar, otuz, kırk kişi ile Yenihan’a bağlı Kaman köyünde isyan ettiler. Bu hareket, gittikçe artan bir şiddetle genişledi. Âsiler, 27/28 Mayıs 1920 gecesi, Çamlıbel’de bulunan bir müfrezemizi basarak esir ettiler. 28 Mayıs 1920’de diğer bir kısım âsiler de Tokat civarında yürüyüş halinde bulunan bir taburumuza hücum ederek dağıttılar ve bir kısmını esir ettiler. Cüretlerini artıran âsiler, 6/7 Haziran 1920 gecesi, Zile’yi işgal ettiler. Oralardaki askerlerimiz Zile kalesine çekilerek kendilerini savunurlar. Askerin erzak ve cepânesi tükendikden üç gün sonra âsilere teslim oldular. Asiler 23/24 Haziran 1920’de de Boğazlıyan’a baskın yaptılar. Orada bulunan bir müfrezemizi dağıttılar. Amasya’da bulunan Beşinci Kafkas Tümeni, başında Cemil Cahit Bey olduğu halde, âsilere karşı harekete geçirildi. Antep bölgesinde bulunan Kılıç Ali Bey de, bir millî müfrezeyle bu bölgeye sevkedildi. Erzurum’dan Ankara’ya gelmekte olan bir Erzurum millî müfrezesi de, o bölgede bırakıldı. 1920 senesi Temmuzunun ortalarına kadar, bu âsilerin takibi ve yokedilmeleriyle uğraşıldı. Yenihan isyanı, Orta Anadolu’nun diğer yerlerindeki fesatçıları da harekete geçirdi. Çapanoğullarından Celâl, Edip, Salih, Halit Beyler, Aynacıoğulları ve Deli Ömer çeteleri gibi bir takım eşkiyayı başlarına toplayarak 13 Haziran’da Yozgat civarında, köhne bucak merkezini işgal etmek suretiyle ve 14 Haziran’da Yozgat şehrini işgal ederek büyük bir bölgeye hakim oldular. Merkezi Sivas’ta olan 3.Kolordu kuvvetleri ve o bölgede bıraktığımız milli kuvvetler kafi gelmedi. Eskişehir’den Ethem Bey müfrezesi ve Bolu civarında İbrahim Bey de Yozgat bölgesine gönderildiler. Yozgat ve dolaylarında âsiler yokedildikten sonra oradan gönderilen müfrezelere, diğer bölgelerde vazife verildi. Fakat bu çevrede umumiyetle asayiş kurulamadı.”[51]

Ulusal Kurtuluş Savaşı içinde Kırşehir’in hemen yanı başında ortaya çıkan Bozok[52] isyanı bir çok cephede düşmanla kanlı savaşlar olurken yaşanıyordu.

“Ankara’da bir meclisin toplanması padişahın isteklerine ve yasalara aykırıdır.”[53] diyerek Çapanoğulları tarafından başlatılan isyan neredeyse giderek 10 bin kilometrelik bir alana yayılıyordu. Yozgat dolaylarında yaşayan Çapanoğulları[54] XIX. yüzyılda Kırşehir’i de etki alanları içine katmış, daha 1777’de Kırşehir Sancağı Mütesellimliği’ni ele geçirmişlerdi.

Yozgat mutasarrufu Necip temsil heyetinin Ankara aracılığıyla gönderdiği emirleri yerine getirmediği gibi açıkça karşı gelerek “Allah’tan, padişahdan ve onların kanunlarından başka bir şey tanımadığını” Yozgat havalesine yaymıştı. Bundan dolayı da Ankara 20 Ekim 1919’da bu Yozgat mutasarrufu “Hürriyet İtilaf”cısını görevden alarak yerine Arif Hikmet’i atamış. Ancak gelişen ulusal harekete karşı koyma görevini bu sefer Yozgat’taki Hürriyet ve İtilaf Fırkası başkanı da olan Çapanoğlu Edip kardeşi Celal’le birlikte üslenmiş, Yozgat’taki büyük etkinliklerini kullanan Çapanoğulları “İngilizler’in İstanbul’a gelişlerinin padişahın arzusuyla olduğunu, Yunanlılar’ın Anadolu’ya çıkmalarının da geçici olduğunu yaydılar.[55]

Yozgat isyanının büyümesine ilişkin olarak altı çizilen bir “ihmal” vardı ki Kırşehir mebusu da bulunan Ankara valisi Yahya Galip gerekli tedbirleri almakta zaaf taşıyordu.[56] Yozgat’ta büyük bir tertip top top örülürken Yıldızeli çevresine gelmiş bulunan Düzce ve Bolu isyancılarından bazı ileri gelen kişiler de işin içine girmiş, Çapanoğulları kurduğu ve silahlandırdığı orduya “Halife Ordusu” adını takmakta gecikmemişti. Daha öncesinde Yıldızeli’nde Düzce ve Bolu isyancılarıyla birlikte padişahın fetva ve bildirileri halka dağıtılmaya başlamış, Nisan 1920’de silahlı Yozgat beyleriyle toplantılar yapılmış, Yıldızeli kaymakamının basiretsizliğiyle de isyancılar ciddi anlamda kök salmaya başlamışlardı.[57]

İsyancılar Anzavur ayaklanma bölgesinde 18 Çerkez köyünün top ateşiyle yerle bir edildiğini söyleyerek Çerkezler’i tahrik etmiş, bu gelişme üzerine de Mustafa Kemal 14 Mayıs 1920’de Zile’de bulunan 3.Kolordu komutanı Albay Selehattin’e “acele tenkil tedbirlerinin alınmasını” emretmiştir.

Yine aynı günlerde Mustafa Kemal Mucur askerlik şube başkanına gönderdiği emirde “Yıldızeli ve Zile’de bulunan alevileri uyarmak ve olumlu fikirler aşılamak için alevi dedesi ve de Kırşehir mebusu Çelebi Efendi’nin harekete geçmesini” istemiştir.

İşin içinde emperyalizmin bildik bölücü yöntemleri rol oynuyor, emperyalizmin güdümündeki “Halife Ordusu” “Çerkezlere ve Alevilere özerklik” sözü veriyordu. Aleviler bu bol keseden hileli sözlere kanmamışlardı. İşin içindeki hesap “Yıldızeli’nden Sivas’a yürümek” ve isyan ateşinin içine Alevi-Bektaşileri çekmekti. Olayın bu boyutunu gören Mustafa Kemal Alevi dedesi Çelebi Efendi’nin harekete geçmesini istemiş, tam da bu sıralarda Çelebi Cemalettin Efendi’nin hasta oluşu ve bu nedenle bizzat çaba gösterememesi Alevi-Bektaşiler’in tutumunu değiştirmemiş, bu kahbe yangının içinde yer almamışlardır.[58]

İşgalci güçler bir kısım halkın İstanbul hükümetine, Hilafet’e bağlılıklarını kullanarak uluscu güçlere karşı isyan teşvik etmiş, dini duygular istismar edilmiş, uluscular “Bolşevik”likle suçlanmıştır. Bunlardan ilginç bir örnek İstanbul hükümetinin Bolu’ya mutasarrıf olarak atadığı Osman Kadri Bey’in 17 Mayıs 1920’de halka hitaben yayınladığı bir bildiridir ki, bu bildiride özetle, “Padişaha, dine, devlete 500 seneden beri sadakat göstererek dünyayı hayretler içinde bırakan hakiki müslümanlar, bolşevik namı altında 400 senelik din ve devlet düşmanımız olan moskoflardan çıkmış, şeriata ve kanunlara karşı olan bir takım eşkıya ‘vatan kurtarıcısı’ diye padişaha, müslümanların Halifesi’ne isyan bayrağı çekmişlerdir” demiştir.[59]

Benzer kışkırtmayla Yozgat’ta kendilerine “Halife Ordusu” yakıştırmasını yapan ayaklanmanın yayılmasıyla birlikte TBMM Antep civarında bulunan Kılıç Ali’ye emir veriyor, Kılıç Ali yüze yakın bir silahlı güçle 1 Haziran 1920’de Kayseri’den silah takviyesi yaparak Yozgat’a uzanıyordu.

Aynı anda Kayseri’den 130 atlıdan oluşan intikam alayı kurulup, tüccar ve esnaftan yardım toplanıyor, kurulan bu alay Kızılırmak boyuna sevk edilerek yayılması muhtemel olan isyanın önünü kesmek için bütün köprüler ve geçit yerleri tutuluyordu.

Tüm bu tedbirler isyancıların kalabalık bir kuvvetle Yozgat-Konya arasında irtibat kurarak isyan hattını genişletme planlarına karşı alınıyordu.

Yozgat’a ulaşan Kılıç Ali, aralarında Kırşehir mebusu Rıza Bey’in de bulunduğu  bir kısım milletvekilleriyle üç gün süren ön inceleme sonucu çoğunluğunu intikam alayının oluşturduğu yüz kişilik yeni bir kuvveti de Boğazlıyan’da müfrezesine katıyordu.

Kılıç Ali 7 Haziran 1920’de Genel Kurmay Başkanlığı’na bir telgraf çekerek takviye kuvvet isterken, Kayseri’de iki bölük piyade ile bir makinalı tüfek takımının Akdağ madenine acilen gönderilmesini talep ediyordu. Aynı anda Niğde’de bulunan II. Tümenin 33. Alayının 3. Taburu 10 Haziran’da 5 Subay 251 Er ile Boğazlıyan’da bulunan Kılıç Ali’nin emrine giriyordu.

Akdağ-Yozgat hattını kesen Kılıç Ali ilerlemeye başladığında Divanlı köyü yakınlarında asilerle beş saat süren ilk sıcak teması sağlıyor, asiler 9 yaralı, 6 ölü bırakarak kaçarken civardaki Horuk, Kargalık, Karaelli köyleri asilere katılıyor ve sonuçta Yozgat 14 Haziran’da asilerce fiilen işgal ediliyordu.

Çapanoğlu Celal bu başarısının ardından Kılıç Ali’ye gönderdiği mektup ta “Halife Ordusu’nun maksadı, Mustafa Kemal ile yedi arkadaşını yakalamaktır. Kırşehir mebusu Rıza Bey’le de temas ve muhabere halindeyiz, Kırşehir üzerinden Ankara’ya yürüyeceğiz.”[60] diyordu.[61]

Yalnız burada dikkate değer bir şey daha var ki, Yozgat’ın alev alev isyan ateşiyle yandığı bu zamanda 22 Haziran 1920’de Niğde Jandarma Bölük Komutanlığının 11. Fırka Kumandanlığına verdiği raporda “Kırşehir ve Mucur bölgesinde hiçbir hadise görülmediği” yazılıp şöyle denmiştir: “Zikredilen yerlerde ahvali anlamak için gönderilen ‘Adem-i Mahsus’un getirdiği haberlere göre Mucur ve Kırşehir’de asayişi bozucu hiçbir hadise olmadığı…”[62] görüşü iyice pekiştirilmiştir.

Yine 19 Haziran 1920’de İsmet İnönü tarafından Ethem Bey’e resmi yazı ile isyan hakkında verilen bilgide “Akdağ madeni, Yozgat, Alaca mevkilerinin isyancıların elinde olduğu, Yenihan, Tokat, Mecitözü, Çorum, Sungurlu, Keskin, Mecidiye (Çiçekdağ)nin isyan bölgesi olmadığıda özellikle belirtilmiştir.

Kırşehir’in isyan bölgesine en yakın olan Mecidiye ilçesinde isyancılara katılmak gibi bir hadise gelişmediği gibi, Mecidiye’de isyancılara karşı ciddi bir mukavemet örgütlenmiştir.

14 Haziran 1920’de Yozgat’ı ele geçiren âsilerin Mecidiye’ye doğru yürümeleri üzerine Mecidiye Belediye Başkanı Ankara’ya çektiği telgrafta “İlçede 33 jandarmanın tümünün kaçtığını, sadece bir er ve bir subayın kaldığını, asi çetelerin en kuvvetli olduğu bu bölgeye Nevşehir jandarmasının yardıma gelmesini ve de halktan milli kuvvet kurulmasını”[63] talep etmiştir.

Nitekim bu acil talebe cevap olarak 16-17 Haziran 1920’de Büyük Millet Meclisi Reisi  Mustafa Kemal ve Erkan-ı Harbiye Umumiye Reisi İsmet (İnönü) “Mecidiye Belediye Reisi Necip ve Müftü Hayrullah Efendilere” şu telgrafla karşılık vermiştir:

“Salabet ve metanetinize ve memleketi muhafazada gösterdiğiniz sebat ve gayrete teşekkür ederiz.

Oraca Şâyân-ı itimat kimselerden miktar-ı kâfi jandarma kayt ediniz ve meserafini mal sandığından veya bir mahalden istikrâz ederek tesviye ediniz. Devletin borcudur hemen tesviye olunacaktır.

Kaymanlığı vekalet biriniz deruhte ediniz. Yıldığınız usatın ne kadar kat’i bir surette te’dip olunduğu bir iki günde görülecek ve zât-ı âlileri Mecidiye büyükleri gibi kemâl-ı metanet ile hareket edenlerin kadir ve şerefi anlaşılacaktır. Telgraf teli ile irtibatı muhafaza ederek her altı saatte bir vilayete ahvâldan mâlümat veriniz.”[64]

Mecidiyeliler kazanın ileri gelenleriyle beraber halkın örgütlenmesini sağlamış, aldıkları önlemlerle isyanın Kırşehir’e doğru yayılmasının önünde büyük bir set olmuşlardır.

Çapanoğlu Celal’in bahsi geçen mektubunu alan Kılıç Ali emrindeki müfrezelerle Boğazlıyan’a geri çekilip, Yozgat dışında güney doğu sırtlarında tertip alırken Ankara’ya gönderdiği raporda “Atmış atlıdan başka güvenilecek kuvvet yok. Kayseri’den gelen piyade taburunun subay ve erlerinin moralleri bozuk. Yozgat üzerine ancak Çerkez Ethem kuvvetleriyle girebiliriz”[65]  demiştir.

Çapanoğulları Yozgat’ta yaktıkları ihanet ateşinin huzuruyla İstanbul’daki ihanet içindeki Osmanlı sarayıyla yeniden buluşmanın hayalini kurarken batıda Yunan kuvvetleri ilerliyor, Kurtuluş cephesi çok yönlü bir kuşatmayla karşı karşıya kalıyordu.

Elindeki sınırlı güçlerle asiler karşısında adeta çaresiz kalan Kılıç Ali 20-21 Haziran 1920 günlü bir telgrafla “Milli kuvvetlerden köyüne kaçan altı kişinin asiler tarafından parçalandığını, Boğazlıyan’ın ve şahsının tehlikede olduğunu, Kayseri’nin dahi sarılmak üzere bulunduğunu” telaşlı bir dille Ankara’ya iletirken aynı günün ertesi sabahında erken saatlerde asiler Kılıç Ali müfrezesine saldırıyor, müfrezenin güvenliğinden sorumlu postalar ateş bile edemiyor, henüz yattığı depodan yeni kalkmış bulunan makinalı tüfek birliği bozguna uğruyor, Kılıç Ali’de 20 kadar atlıyla yanında Boğazlıyan Kaymakamı ve Jandarma Bölük Komutanıyla birlikte geri çekiliyor, atları hazır olmayan iki teğmen, bir üst teğmen ve de Kılıç Ali’nin emir subayı şehit düşüyor, asiler müfrezenin üç makinalı, dörtte otomatik tüfeğini ele geçiriyordu.

Artık asiler çıkardıkları yalanlarla birkaç Çerkez köyü dışında bütün Çerkez köylerini safına çekmiş, Çerkezlere ve Alevilere özerklik vaadinde bulunmuş, nitekim bu durum Boğazlıyan kaymakamı Bekir Sami Bey’in isyanla ilgili olarak verdiği raporda açıkça dillendirilmiştir.

İsyancılar tutukluları salıvermiş, mahkeme evraklarını yakmış, halk üzerinde de “Ölümlü tehtit” estirdiğinden kuvvetlerine yeni  kuvvetler eklemişlerdir.

Yozgat’ta isyanın bu denli büyümesinin engellenmesi ve bastırılması noktasında Mustafa Kemal ve çevresinin aklına gelen ilk isim, batıda  Anzavur (Biga) ve Düzce ayaklanmalarını kolayca bastıran Çerkez Ethem olmuştur.

Çerkez Ethem Eskişehir bölgesinden Salihli cepesine kaydırılmış, buradan hücum taburunu hareketlendirmişti.

Çerkez Ethem’in Yozgat üzerine salınması düşüncesi Mustafa Kemal’den çıkmış, Ali Fuat Paşa (Cebesoy)’da Çerkez Ethem’e “Ethem size yine yol göründü”[66] demişti.

 

Çapanoğulları isyanını bastırmak için

Yozgat’a yollanırken Ethem Bey

Ankaraya’da uğramıştı

Karşılanmıştı bir kahraman gibi

İlk kez biraraya gelmişti iki tür güç

Mustafa Kemal Paşa, Fevzi Paşa, İsmet Bey

Meslekten askerler, ordunun yüz akı

Ethem ve Tevfik Beyler Kuva-i Milliye

Bu kez isteksiz hareket etti Yozgat’a

Kırgındı Ankara’ya biraz

Yozgat, Çorum, Alaca, Boğazlıyan

Hiç tanımadığı yöreler

Ne coğrafyası ne insanları

Eski tanıdıklarına benzer.

Yardımcı kuvvetler olacaktı hani

Kılıç Ali Bey, Osman Bey neredeler?[67]

 

Ne varki Çerkes Ethem birlikleriyle birlikte Yozgat’a gelmekte hayli nazlı davranmıştır.

Çerkes Ethem ısrarlı davetler üzerine Eskişehir’den trene binerek Ankara’ya varmış, Mustafa Kemal Paşa onu otomobiline alarak doğruca ziraat mektebine götürmüş, Çerkes Ethem’i Yozgat’a sevketme konusunda ikna etmek için epeyce çaba sarfedilmiştir. Mustafa Kemal’in de bulunduğu bu görüşmelerde İsmet Paşa’da ısrarcı olmuş, Ethem’e “Eskişehir’den cepeye sevkiyatınızın geri bırakılmasına dair, birliklerinize emir vermeyi herhalde unutmamışsınızdır.” derken Ethem nazlanmaya devam etmiş ve hatta neredeyse kendisini Başkumandan yerine koyarak “Yozgat cihetine matuf mütaalanızı dikkate alarak kuvvetlerimin çoğunu Eskişehir’de tutuyorum. Zaten Ankara’yı ziyaretten maksadım da daha ziyade benim ehemmiyetsiz gördüğüm ve sizin pek ziyade ehemmiyet verdiğiniz Yozgat cihetlerindeki isyanın derecesini hakkıyla anlamak, sonra Yunan cephesine dair istihbarat ve tehlike arzeden şüphelerimle mukayese ederek ona göre ehemmiyi mühümme tercihan yahut mümkün mertebe her iki cihetide ihmal etmeyerek hatasızca bir karar vermemiz içindir.” demiştir.[68]

Sonuçta Çerkes Ethem ikna edilmiş, bu durum Mustafa Kemal ve İsmet Bey’i son derece sevindirmiş, hemen oracıkta Çerkes Ethem’in Eskişehir’deki kıtalarının hususi bir trenle Ankara’ya sevkedilmeleri hakkında bir telgraf yazılarak Çerkes Ethem’e imza ettirilmiştir.[69]

 

Nihayet Çerkez Ethem 20 Haziran 1920’de Ankara’dan 70 subay, 2100 er, 8 makinalı tüfek ve beş topla birlikte[70] hareket ederek 23 Haziran’ın erken saatlerinde Yozgat önlerine gelmiş, öğleye kadar süren kanlı çarpışmalar sonucu Yozgat asilerden alınmıştır.

Çete ve şehir savaşlarında pişmiş olan bu kuvvetler için bu isyanın ateşi hiçte yakıcı olmamıştır. Çapanoğullarından Halit yaralı olarak kaçırılmış, isyancılar 300 ölü vermiş, Yozgat meydanında Harp Divanı kuran Çerkez Ethem ve kardeşi peş peşe idamlar yapmıştır.

Ne varki Çerkez Ethem batıda Yunan saldırılarından dolayı meclis içinde birçok çevrenin ağır eleştirilerine uğrayan Mustafa Kemal’le ve Ankara’yla oynamaya başlayacaktır.

Ethem Yozgat isyanının bastırılması için kendisiyle işbirliği yapması gerekenlerden şikayetçi olmuş, anılarında da belirttiği gibi Refet Bey’in Çorum’da gizlendiğini söylemiş, Akdağ madeninde kuvvetleri silah atmadan bozulan Kılıç Ali Bey’i telgraf başında azarlıyarak “Ben bu rezaletten bıktım. Elinizde top ve tüfeklerle asileri teciz ediyor şımartıyorsunuz. Size ne gibi bir emir vereyim? Doğruca Ankara’ya git…” demiştir.

Yozgat Mutasarrufunu isyanda suçlu gördüğü için hapse atan Çerkez Ethem’in ağabeyi Tevfik’in başkanlığındaki Harb Divanı, yine isyanda suçlu bulduğu Kırşehir mebusu ve Ankara valisi Yahya Galip’in de derhal suç bölgesi olan Yozgat’a gönderilmesini bizzat Mustafa Kemal’den talep etmiştir.[71]

Bilindiği gibi Kırşehir milletvekili Rıza Bey ve Trabzon milletvekili Hüsref Bey’de T.B.M.M’ye verdikleri raporda “Yozgat ayaklanmasının Ankara valisi Yahya Galip’in idaresizliği ve belkide tertiplediği fesat yüzünden çıkmıştır” demişler ve de gerekli sonucu alamamışlardı.[72]

Çerkez Ethem’in ve Kırşehir mebusu Rıza (Silsüpür)’nın, yine Kırşehir mebusu ve Ankara valisi Yahya Galip’e karşı tutumu ciddi bir paralellik göstermiştir.

Çerkez Ethem Ankara Dahiliye Vekaleti Celilesine çektiği telgrafta “Kuvay-i Tedibiye Umum Kumandanlığı Divan-ı Harp Heyeti’nin verdiği karar üzerine Ankara Valisi Yahya Galip Bey’in Yozgat’ta Divan-ı Harbce istiçvabı lazım gelmiş olmakla derhal sevki arz ve beyan olunur.” demiştir.

Çerkez Ethem’in ısrarla “Yahya Galip’in suç bölgesine gönderilmesini” istemesine karşılık, Mustafa Kemal Ankara valisini görevden aldığını belirterek başlangıçta Büyük Millet Meclisi Başkanı sıfatıyla Yozgat’ta “Tedip Kuvvetleri Genel Komutanlığına” diyerek  Çerkez Ethem’e şu telgrafı çekiyor:

“Eski Vali Yahya Galip Bey[73] konusundaki buyruk ve haberleriniz üzerine kendisinin çabukça gönderilmesi için İç İşleri Bakanlığına gerekli buyruk verilmiştir.”[74]

Daha sonra anlaşılacaktır ki Mustafa Kemal olayın sıcağında zaman kazanmak için yazdığı bu cevabi telgrafa rağmen Kırşehir milletvekili ve Ankara Valisi Yahya Galip’i Çerkez Ethem’e teslim etmemiştir.

Çerkez Ethem’in kurduğu Harp Divanına göre Yahya Galip’i Yozgat’a göndermeyen Mustafa Kemal olup, soruşturma sonunda Mustafa Kemal’in de hesap vermesi gerekecektir. Nitekim Yozgat milletvekili Süleyman Sırrı’da Ethem’in Yozgat’ta “Ankara’ya gelerek Mustafa Kemal’i meclis önünde asacağım” dediğini duyuruyor, Mustafa Kemal Yahya Galip’e yönelecek bir hareketi güçlükle önlüyor, Ethem’in kardeşi Reşit’i Bursa’dan getirtip, Yozgat’la telgraf başında Ethem’le görüştürüyordu.[75]

Mustafa Kemal’in o şartlarda Çerkes Ethem’e yönelik ihtiyatlı tutumunun ne kadar haklı olduğunu sonradan Ethem’in yazdığı hatıralar da doğrulamıştır. Çerkes Ethem bu noktada şunları söylemektedir:

“Yine aynı hususî telgraflardan ve muhabelelerden çıkardığımız mânalara ve sonradan tahakkuk ettiğine göre, Mustafa Kemal Paşa’nın bütün telâşı(!)na sebeb, Yahya Galip Bey’i ve mevkuf Yozgat Mutasarrıfını korumaktan ziyade, Yahya Galip Bey’in ifadesine müracaat edecek olan selâhiyattar ve adil bir Divan-ı Harp Heyetinin sonradan kendisini (Mustafa Kemal Paşa) de sorgu altına alacağını bildiği ve hep mesuliyetin tabiatiyle kendisine terettüp ve teveccüh edeceğinden korktuğu anlaşılmıştı. Esasen bu hususlara vakıf olan ve Yozgat’ta bulunan bazı kimseler Divan-ı Harp Heyetini en ince teferruatına kadar aydınlatmışlardı. Divan-ı Harp Heyeti, Ankara’daki alâkalı makamların sıkıştırılmasını benden istemekte idiler. Millet Meclisi nezdinde de yeniden teşebbüste ve tebligatta bulunmam talep olunmakta idi. Şayet Millet Meclisi de infaz ve icrayı adâlete kâfi bir vasıta değilse o takdirde doğrudan doğruya kuvvet ve şiddet kullanmamı, adalet namına benden ısrarla istemekte idi. Ben Divan-ı Harp Heyetinin bu ısrarlı isteğine hak verip, istenilen harekete ve tazyike başlamak üzere idim.”[76]

Bir dönem büyük yararlılıklar gösteren bu çetecilerle yollar ayrılmaya başlıyor karşılıklı güvensizlik doruğuna çıkıyor, Kurtuluş Savaşının “Çeteler” boyutu, bir başka ifadeyle “Gerilla” devri adım adım devreden çıkarılıyor, düzenli ordu donanımı için kısa sürede büyük adımlar atılıyor, çete savaşından çıkan Anadolu’da İnönü savaşlarıyla, kurulan düzenli ordu ilk zaferini müjdeliyor, Mustafa Kemal muhaliflerinin sürekli kışkırttığı ve pohpohladığı Başçavuş Ethem’de Yunan birliklerine teslim olmak gibi bir “İhanet”in içinde buluyordu kendini. Daha da acısı iki kuvvet arasında kıstırıldığında Yunan tarafının önüne koyduğu şu beyannameyi “imzalamasaydım arkadaşlarıma benden ziyade kimbilir ne işkenceler yapacaklardı. İmzalamakla hiç olmazsa kinlerini hafifletmiş olacaktım.”[77] diye düşündüğünü belirterek imzalıyordu:

“Ey Türk ordusu zabitan efendileri! Yunanlılar ellerine düşen ve kendilerine teslim olan Türk esirlerine çok iyi bakıyorlar. Vatan için niyetleri temiz olmadığı aşikar olan Ankara meşrû hükümetinin şer aleti olmamak vatan vazifesi ve insanlık şiarıdır.”[78]

Batıda Kuvayı Milliye’nin ilk kahramanları her şeye rağmen açıktır ki çetecilerdir. Anadolu’da bir devir Çerkez Ethem’ler, Demirci Efe’ler, Yörük Ali’ler, Topal Osman’lar devridir.[79]

Ulusal direnmeden yana olan subaylar, Osmanlı bürokrasisi içinde kendileri gibi düşünenlerle birleşmekle kalmamış geniş çaplı bir direnişi örgütlemek için işgal öncesinin kanun kaçakları durumunda olan Ege’nin efelerinden, irili ufaklı çete birliklerinden ve hatta cezaevlerinde bulunan ve savaşmak isteyen mahkumlardan bile faydalanmışlardır. Nitekim Rauf Bey (Orbay) ulusal direnci örgütlemek ve Mustafa Kemal’le buluşmak üzere Anadolu’ya geçtiği zamanda Ege’ye de uğramış, güvendiği kişileri ikna ederek ulusal direnişe katılmalarını sağlamıştır. Bu amaçla da Teşkilat-ı Mahsusa’dan gerilla olarak katıldığı ve Asya seferinden tanıdığı Çerkez Ethem’e de uğramıştır. Yunanlılar’ın İzmir’i işgalinden 10 gün sonra Çerkez Ethem’in Bandırma’daki evinin ansızın kapısını çalarak, “Ağabeylerin nerede Ethem Bey” diyen konuğu da Hamidiye kahramanı Raif Orbay’dan başkası değildir. Sonradan kısa sürede kendi seçtiği arkadaşlarıyla Salihli cephesini kuracak Ethem’in bu başarısı hem askerlikle içli dışlı olması, hem de Teşkilat-ı Mahsusa’nın bir çeteci kimliğiyle yakından alakalı olmuştur.[80]

I.Dünya Savaşı’na 22 milyon nüfus, 1milyon 700 bin kilometre kare toprakla girilmiş, savaş sonrasında toprakların yaklaşık 1 milyon kilometre karesini, nüfusunda 12 milyonunu kaybetmiştik. Ulus seferlerden sonra bu seferde açlığın kıtlığın pençesinde tükenir olmuştur.[81]

Esasen I. Dünya Savaşının sonunda Anadolu bütünüyle buhranlı bir döneme girmiş, seferberliğin daha ikinci yılında asker kaçakları irili ufaklı çeteler kurmuş, halk ordudan da, hükümetten de, çetelerden de bezgin hale gelmiş, “haraç” önemli bir gelir kaynağı olmuştur.[82]

Anadolu’daki bu manzaradan Kırşehir’de nasibini almıştır.

4 Tesrinevvel 1337 Salı günlü T.B.M.M gizli celse oturumunda söz alan Eskişehir milletvekili Abdullah Azmi Bey’in anlatımları, Kurtuluş Savaşı süresince Anadolu’daki eşkıya çetelerinin Kırşehir ve civarında da yeliştiklerini ortaya koymaktadır. Bu gizli celsede[83] Abdullah Azmi Bey Kaman nahiyesinde bulunan Jandarma Müfrezesi Kumandanının bir yüzbaşıyla aynı odada yattığı sırada 8 eşkiyanın Noğatkızı köyüne[84] girdiğini, komutanları yattığı yerde basıp alenen dövüp hakaret ettiklerini, “Dişi Kitli”[85] ve “Katil İlyas”[86] adlı eşkıya çetelerini yakalamak için görevlendirilen 30 kişilik bu jandarma müfrezesinin pusuya düşürüldüğünü, bu eşkiyanın mütemadiyen geçtiği yerlerde soygunlar yaptığını söylemiştir. Aynı gizli oturumda dahiliye vekili Refet (Bele) Paşa’da Katil İlyas’la beraber 30 tane Rum’un da beraber olduğunu, müfrezeyi yakalayıp soyduklarını ve üç defa “Padişahım çok yaşa” diye bağırdıklarını, bu eşkıyanın Keskin – Yozgat yolunu kesmeye memur edildiklerinin yapılan tahkikatlar sonucu belirlendiğini ve bu işlerin altında İstanbul’un olduğunu belirtmiştir.

 

ATÜRK’ÜN KURTULUŞTAN SONRA    KIRŞEHİR’E GELİŞ ANILARI

 

 

 

Bugün hayatta bulunmayan ancak 1973’lerde Kırşehir’in İmaret Mahallesi, İmaret Sokağının 10 nolu evinde oturan 1326 doğumlu Halil oğlu Hasan Yağız 1933 yılının Şubat ayında Atatürk’ün Kırşehir’e gelişine ilişkin anılarını aktarır:
“1933 yılı Şubat ayının karlı çamurlu bir günüydü. Şimdiki Cacabey alanında Halk Fırkası binası vardı. Akşama yakın bu binaya geldiler. Biraz dinlendikten sonra İmaret’te bulunan Vali Konağı olarak kullanılan eve gitmek üzere ordan ayrıldılar. İmaret Mahallesinde oturmam dolayısıyla yol göstermek için beni makinanın (otomobilin) çamurluğuna bindirdiler. Ağzıaçık yoluyla Celal Efendiye ait Vali Konağına gitmek üzere yürüdük. Ortalık kış ve çamurlu olduğundan yalnız Atatürk’ün arabası İmaret’e çıkabildi. Öteki arabalar çamurda saplandı kaldı. Akşam olmuştu. O zaman kentimizde elektrik yoktu. Fenerleri yaktık, öteki konukları da çamurlu yollardan vali konağına getirdik. Ben ve benim gibi gençler konuklara hizmet ediyorduk. Gece saat 24’e doğru Atatürk bir ara kendisine ayrılmış yılanlı odadan (o odaya tavandaki tahta işlemelerden dolayı yılanlı oda denir) aşağı kata indi. Kendisiyle birlikte gelmiş olan konukların odasını birbir gezdi. Onlara Atatürk.

“- Rahat mıyız arkadaşlar? Diye sordu. Onlar da:

“- Rahatız paşam, dediler. Gene Atatürk:

“- Askeriz, rahat olmasakta olabilir! Diye karşılık verdi.

“Bu sözleriyle Türk ulusundan olan herkesin, her zaman askerce bir yaşam içinde olması gerektiğini belirtmek istiyordu.

“Sabahleyin Atatürk kalkmış, konağın balkonundan kenti seyrediyordu. Hizmet ettiğim için konuşulanların tamamını duyamadım. O zaman anlattıklarına göre Vali Nazım Bey’le aralarında şöyle bir konuşma geçer.

 

“Atatürk Valiye:

“- Oturduğunuz bu ev çok kâşane imiş. (Gerçekten bu ev o zaman Kırşehir’in en iyi evlerinden biriydi.)

“Atatürk gene Valiye sorar:

“- Yolu nereden geliyor bu evin?

“Vali eve gelen yolu Atatürk’e gösterince sorusuna devam eder:

“- Siz kaç yıldır bu ildesiniz, kaç yıldır bu evde oturuyorsunuz?

“Vali:

“- Yedi yıldır bu evde oturuyorum.

“Diye karşılık verince, Atatürk:

“- Her gelip gitmede bir taş koysaydınız burası asvalt gibi olurdu.

“Bu olaydan kısa bir süre sonra Vali Nazım Bey Kırşehir’den alınır, başka ile atanır ve hemen emekliye ayrılır.

“Sabah kahvaltısından sonra Yozgat’a gitmek üzere Kırşehir’den uğurlandılar. Yozgat Valisi Baran, Atatürk’ün geleceğini öğrenmiş, Çiçekdağı’nın Demirli köyüne kadar yollardaki karı ayıklattırmıştır. Bizim Baranlı dağlarının karşısına kadar soğuk bir kış gününde yolları açtıran Yozgat Valisine Atatürk bu olaydaki çabalarından dolayı “Baran” soyadının vermiştir.”[87]

*

 

Hasan Yağız’ın 1933 Şubat’ın da kendisinin 22-23 yaşlarında bir delikanlı olduğunu belirterek naklettiği bu anılara karşılık değerli Kırşehir evladı Cevat Hakkı Tarım aynı ziyaretle ilgili olarak yaşadığı saatleri gözünden kaçmayan izlenceleriyle birlikte ve o güzel ifadeleriyle şöyle aktarır:

“Aklımda kaldığına göre 1933 yılının Şubat ayı içinde idi. O yıl görülmedik bir kış olmuştu. Yollar, beller kapandığı gibi, mahalle aralarında dağlar boyu yığılan kar kürtükeleri yüzünden komşudan komşuya gidilmez bir hal almıştı. Bir sabah vazifeme gitmek için iyice sarınmış, benden önce geçenlerin ayak izlerine basa basa, cam gibi parlayan buz tabakalarından kaymamak için bir atlet gibi atlaya atlaya yürümeye çalışıyordum.

“Karşıdan gelmekte olan bir posta müvezzii önümde durdu. Sanki gizli bir şey söyleyecekmiş hissini vererek ağzını kulağıma yaklaştırdı, yavaşça: ‘Gazi geliyor’ dedikten sonra da seke seke yoluna devama başladı. O anda arkadan gelmekte olan sayın Müfit Kurutluoğlu[88]’nun meşhur kupa arabası önümde durduğu için hemen kapısını açarak içine atladım. İlk sözüm şu oldu: ‘Gazi geliyormuş. Şu geçen postacı söyledi. Bu karda kıyamette bu seyahattin sebebi nedir acaba?’ Birinci Büyük Millet Meclisinde Kırşehir mebusu olarak bulunan Kurutluoğlu, gülerek şu cevabı verdi: ‘Bilirim Hazreti. O bir şeye karar vermesin yoksa muhali mümkün kılar…’

“Bu ani seyahat üzerinde bir şeyler konuşa konuşa matbaaya kadar geldik. Haber ne çabuk yayılmıştı. Sokaklar insanlarla dolmuştu. Biraz sonra telaşla bizim odaya giren Ağır Ceza Reisi Bay Ethem: ‘Nasıl iş bu? Vali kimseye malümat vermeden yanına Jandarma Kumandanını da alarak Gazi’yi istikbale gitmiş. Adliye’ye devâir ruesasına bildirmesi lazımdı. Ona göre tertibat alınırdı.’

“Havayı yatıştırmak için: ‘Belki bir emir almıştır. O haber vermese bile halk kendiliğinden vazifesini yapıyor’ dedim.

“Havadis meraklıları bizim odaya dolmuşlardı. Ortaokul öğretmenlerinden Arif Sıtkı Gönendik dostumuzun ‘Bizde bir heyet teşkil eder, istikbaline koşarız. Aramıza birkaç bayan arkadaş ta alsak çok iyi olur’ yolundaki teklifi sayın reisin de hoşuna gitmiş olacak ki, kızını getirmek üzere matbaanın karşısındaki evine gitti. Arif’te eşi öğretmen Nesibe’ye haber uçurdu, bende bizimkini getirmesini için arabalarını rica ettiğim sayın Müfit Kurutluoğlu’nun ‘Cevat arabacıya söyle yengenide beraber getirsin’ deyişi beni hem sevindirmiş hem de düşündürmüştü.

“Bizim grup tamam olmuştu. Müfit Hoca’yı hanımına müsaade ettiği halde kendisinin de aramıza katılmasına bir türlü ikna edemedik. Mecliste muhalif hizipler arasında yer alan hoca, ikinci seçimde liste dışı edilmiş, adı bazı dedikodulara karışmıştı. Mebusken kapısını aşındıranlar şimdi selam vermekten çekiniyorlardı. Çok seviştikleri, ailece görüştükleri hatta adını verdiği rahmetli mebusumuz ve arkadaşları Kırşehir’e geldikleri vakit bucak bucak kaçıyorlardı. Ne tuhaf tecellileri vardır, şu siyasetin…

“Müfit Hoca’yı kendi düşünceleriyle başbaşa bırakarak arabaya atlar atlamaz yola koyulduk. Muazzam bir karşılayıcı kütlesi şehrin dışındaki hastahane önünde birikmişlerdi. Bizim genç ve ateşli arkadaşlar, 5-6 km. Özbağlar’a kadar gitmemizi, hususi bir şekilde istikbal etmemizi arzu ediyorlardı. Araba atlalarının yolları kaplayan kar yığınlarına bata çıka gidişlerine aldırış etmeden, hep bir ağızdan ‘Dağ başını duman almış’ marşını söyleye söyleye Özbağlar’a kadar uzandık, kuytu bir yol dönemecinde karar kıldık.

“Hava o kadar soğuktu ki, ağaçların dallarından kopardığımız çilpileri yakıyor, kar topu oynayarak neşe ve çığlık içinde birbirimizi kovalıyor, ısınmaya çalışıyordu.

“Böyle halktan pek uygun bulmuyordum. Ortalığın kararmaya başladığını, hanımların üşüyeceklerini, Atatürk bizi görünce otomobillerinden inmek mecburiyetinde kalacakları için rahatsız edeceğimi ileri sürerek vatandaşları geri çevirmek için bir hayli dil döktüm. Döndük hastahane önünde halkın arasında bizde yerimizi aldık.

“Güneş Baranlı sırtlarından yavaş yavaş çekilirken bir tepe üzerinde bırakılan bir gözcünün boru ile verdiği işaret, soğuktan dağılan halkı, silah başına! komutası  almış birlikler gibi bir araya getirdi.

“Karşıdan sökun eden otomobiller halkın önünde durdu. Bir kaynaşma ve alkış tufanı koptu. Ön safta yer alan hükümet erkanı ve cemiyetler temsilcilerinin ellerini sıkan Reisi Cumhur, hastahaneyi ve hastalarıda ziyaret edip otomobillerine binerlerken, şöyle göze çarpacak bir yerde mevki alan ve aralarında kadınlarda bulunan bizim grubu görünce, o bize biz ona doğru ilerlemeye başladık.

“Arkadaşları birer birer takdim ediyorum. Yengemin önüne geldikleri vakit ‘Eski Kırşehir mebusu Müfit Bey’in hanımları’ deyince gözleri ışıl ışıl parlayarak ellerini uzattılar, sıcak bir sesle ‘Nasılsınız hanımefendi? Müfit Bey’de iyidirler inşallah? Zahmet etmişsiniz çok teşekkür ederim. Sizin araba ile geldiğiniz anlaşılıyor (Arkamızda duran kupa ve yaylı arabalarını görmüşlerdi). Ben şöfere yavaş gitmesini söylerim. Misafir olacağımız yerde tekrar görüşürüz Allahaısmarladık’ derken yengemin ‘Afet hanımefendiye de hoşgeldiniz diyelim’ yolundaki sözleri Büyük Ata’yı memnun olacak ki o sırada yanımıza gelen otomobilin kapısını elleriyle açarak Afet Hanıma  işaret ettiler. Bir grubun kendilerinide selamlamaya geldiğini gören Afet Hanımın bu jestten çok mutehassis oldukları hareketlerinden, nezaketle bizi karşılamalarından belli oluyordu.

“Muazzam bir halk akını içinde ağır ağır ilerliyoruz. Şimdi Ziraat Bankasının oturduğu bina Halk Partisine ait olduğu için misafirler için orası hazırlanmıştı.

“Otomobillerden inip salonun kapısına doğru ilerleyen Atatürk’ün birdenbire dönerek arkalarında duran Kılıç Ali’ye hitaben ‘Nasıl gelinmez miymiş? İşte geldik!’ yolundaki sözlerinde gizlenen ince ve derin nükteyi, vaktiyle Kırşehir’de vazife ile bulundukları zaman tanıştığımız Muhafız Jandarma Bölük Komutanı Yüzbaşı B. Nuh’un bir ara anlattıkları hikaye aydınlattı. Yolda öğrendiklerine göre o akşam Atatürk’ün sofralarında ‘Bu havada Anadolu’ya sefer yapılır mı, yapılmaz mı?’ konusu üzerinde geçen münakaşanın bir fiil ispatı imiş.[89] Hatta ani yapılan bu yolculuk Ankara’daki ilgili makamları bile bir hayli telaşa düşürmüş. Balâ’dan geçtikten sonra öğrenebilmişler. Bizim vali de her türlü emniyet tedbirleri alınarak hususi bir mahiyette istikbal edilmesi yolunda aldığı telgraf üzerine kimseye bir şey söylemeden alelacele hareket etmek mecburiyetinde kalmış.

“Misafirlerimizi çaylarını, kahvelerini içip bir parça dinlendikten sonra verdikleri emir üzerine huzurlarına kabul olunmak için heyecanla bekleşirken, birden bire Atatürk’ün asabiyet içinde salondan dışarı çıkışları, kapıya doğru yürüyüşleri, otomobillerine binip vali konağı istikametine hareket edişleri; hepimizi hayret ve telaş içinde bırakmıştı. Mesele anlaşıldı. Atatürk, parti başkanından ‘Arkadaşlar nerelerde misafir edilecekler’ diye sormuşlar, bir meclisi umumi azasının eski yazı ile yazıp sunduğu kağıdı eline alır almaz ‘Ben böyle yazı tanımıyorum’ diyerek avucunun içinde buruş buruş ettikten sonra fırlatmışlar ve yerinden kalkarak yürümüşler.

“Yol ve erkan bilmeyenlere, yapılan inkılaplardan haberi olmayanlara ne güzel bir ders! Bu hareket bizi o kadar üzmüştü ki, hele bayan arkadaşlar imkanını bulsalar, temiz bir sopadan geçireceklerdi, o münasebetsiz adamı.

“Şehrin hemen kenarında bulunan imaret mahallesindeki vali konağına, gene çamurlu sokaklardan geçerek, kırık dökük köprülerden atlayarak ulaşan Atatürk yolda otomobili çamura çöktüğü için yetişemeyen valinin yokluğunu bildirmeyen eşinin olgun bir Türk kadınına yaraşır terbiye ve samimiyet içinde karşılayışının verdiği huzur ve memnuniyeti içinde asabiyetini kapının eşiğinde bırakarak, o zarif, o neşeli, o centilmen karekterlerini takınıvermişlerdi.

“Ertesi sabah bütün halk, memurlar Atatürk’ü uğurlamak üzere vali konağının kapısı önünde toplanmıştık. Biraz sonra  dışarı çıkan Atatürk halkla vedalaştıktan sonra arkadaşlarından bazılarını göremeyince valiye döndüler, şöyle bir nükte yaptılar ‘Ben yalnız hareket edeceğim siz zahmet etmeyiniz, arkadaşların daha uykuda oldukları anlaşılıyor. Ben ileride onları beklerim. Lütfen söylersiniz, paşa döküntüsü gibi arkamdan gelsinler’[90]

*

 

Cevat Hakkı Tarım bu sıralarda Yozgat valisi bulunan B. Bekir Sami’nin eski dostu Kılıç Ali’den Atatürk’ün o gece Yozgat’ta kalacağı haberini aldığını bunun üzerine de yol boyundaki köylüleri seferber ederek karları temizlettiğini Atatürk’ün de valinin bu davranışından memnun kalarak “Baran” kelimesini valiye soyad olarak verdiğini belirtir.

Atatürk Kırşehir’e geldiği akşam valiye sofrada Müfit hocayı kastederek, Müfit efendiye tesadüf edemediğini söylemiş vali de vaziyeti idare etmek için “dava takibi için yakın kazalardan birisine gittiğini biliyorum burada olsalardı sofranızda yer alırlardı paşam” demiş valinin böylesi bir cevabındaki anlamı sezen Atatürk “Hoca burda olmasalardı eşleri onun müsadesi olmadan istikbale gelemezdi. Ben hocanın akidelerini bilirim. Aramızda siyasi görüş ayrılıkları olabilir. Ben onun memleketine misafir olarak geldim. Eski arkadaşlığımızın hatrını sayarak gelmeleri icabederdi. Hoca eşlerini göndermek suretiyle Türkler’in güzel bir ananesini ihya etmiş oldular, selamlarımı söylersiniz.” demiştir.[91]

*

 

Atatürk’ün Kurtuluştan sonra da Kırşehir’e gelişleri ile ilgili anılarını aktaran Hasan oğlu Hasan Yağız Atatürk’ün Kırşehir’e yanında Latife hanım olduğu halde akşam geç vakit ikinci gelişinden bahsetmekte, Yeşilyurt İlkokulu’nda ağırlandığını ve sabah erken saatlerde şehirden ayrıldığını duyurmakta ancak tarih vermemektedir.[92] Atatürk’ün bazı yakın çalışma arkadaşları ve Latife hanımla birlikte Kırşehir’e geldiklerinde şimdiki Kız Meslek Lisesi’nin bulunduğu yerde olan Hükümet Konağı önünde Kırşehirliler adına Karacaören’li öğretmen Habip Arıöz’ün[93] Atatürk’e hitaben yaptığı konuşmayı Cevat Hakkı Tarım aktarmaktadır:

 

“Necip Türk milletinin göz bebeği Gazi paşamız!

“Asırlardan beri Türk’ün kanıyla idamei hayat ederek kendisine Allah’ın gölgesi süsünü veren saray heyulası, düşmanlarımızla birlikte büyük milletimizin büyük Kemallerini yetiştiren şu nazlı vatanı temelinden yıkmak Türk milletini ilelebet esir bırakmak hülyasını kurarken onu esaretten, ölümden kurtarmak azm-ü celâdediyle meydanı şehamete atılarak üç sene evvel şehrimizden geçmiş ve o vakit mahzun kalplerimizde bir şule-i ümit ve halâs yaratmıştınız.

“Çok geçmedi; azim, celâdet ve kudret-i dahiyanenizle altı asırdan beri tarih-i cihan’ın kaydetmediği daire-i şümûl ve ihtivası ummanlar kadar engin şanlı bir zaferi istihsal ile milletimizin ve bütün alem-i islamın payansız şükranına mazhar oldunuz.

“Senelerden beri kalpleri tehasür ve iştiyakla çarpan Kırşehir halkı; Türk milletini layık olduğu yüksek mevkiye isal eden, tecettüt ve itilâ yollarında bizlere nurlu hedefleri işaret buyuran gazi reislerini selamlamak şerefine malikietlerinden dolayı kendilerini mesut ve bahtiyar bilirler.

“Burada büyük milletimizin temayülatına tercüman olarak diyeceğim ki; biz Kırşehir ahalisi muhterem Reisi Cumhur Paşamızın rehâkâr kılıcıyla kurtardığı ve mucizeli kalemiyle çizdiği umdeler etrafında toplandık. Mukaddes gayemizin tahakkukunu görmek ve son hedefimize vasıl olmak için açtığımız hakikat yollarında, genç ve zinde cumhuriyetimizin feyizli ve nurlu ışıklarında sizinle birlikte yürüyeceğiz. Bizi bu şehrahi hakikatten çevirecek hiçbir kuvvet yoktur. Önümüze çıkan her maniayı bilâpervâ atlıyacağız milletimizin şu demirden yumruğu; zulüm, esaret, taassup ve cehalet zincirlerini parçaladığı gibi, her cehennem ateşini söndürmeye kafidir.

“Biz Türkler, yeni ve feyyaz cumhuriyetin hakiki muhafız ve nigehbânıyız. Milli ve kutsî mefküremiz budur. Cumhuriyet fidanını icab ederse kanımızla sulamaktan çekinmeyeceğiz. Yaşasın Türk Cumhuriyeti, yaşasın Türk Milleti, yaşasın büyük Gazi Paşamız.”[94]

 

 

 

[1] Osmanlı İmparatorluğu Tarihi,  Robert Mantran,  Cem Yayınevi, 1995, İstanbul,  c.2,  s.276

[2] 12 Mart-12 Nisan 1915 İstanbul, 26 Mart 1915 Londra, 26 Nisan 1916 Petersbur, 9-16 Mayıs1916 Sykes-Picot, 19-21 Nisan 1917 Saint Jean de Mourienne

[3] Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi,  c.XIII, Kasım 1997, s.733-734 “Mondros Mütarekesi Sonrasında Anadolu’nun Görünümü – Yrd. Doç. Dr.  N. Fahri Taş”

[4] Osmanlı İmparatorluğu Tarihi,  Robert Mantran,  Cem Yayınevi, 1995, İstanbul,  c.2,  s.277

[5] Lozan,  M. Cemil,   c.1,  s.213

[6] Atatürk Anadolu’da, Tevfik Bıyıkoğlu, Cumhuriyet Gazetesi Yayını, Mayıs 2000, s.30-31

[7] Kurtuluş Savaşı Destanı,  Orhan Asena

[8] Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber.  Mashar Müfit Kansu.  TTK Basımevi 1968 Ank. c.1 s.295

[9] Türk İstiklal Harbi  c.2  s.72.  Aktaran Bayram Sakallı  Ankara ve Çevresinde Milli Faaliyetler ve Teşkilatlanma,  1998 Ankara, s.62

 

[10] “Milli Mücadele Başlangıcında Hürriyet ve İtilaf Partisi”  BTTD  Sayı:60,  1972, İst.  s.8, Aktaran:Bayram Sakallı  Ankara ve Çevresinde Milli Faaliyetler ve Teşkiltalanma 1998 Ank. s.63

[11] Milli Mücadele Hatıraları,  Ali Fuat Cebesoy, 1953 İst.  s.192

[12] Milli Mücadelenin Sosyal Tarihi,  D. Ergil,  s.167,  Aktaran Baki Öz, Kurtuluş Savaşı’nda Alevi-Bektaşiler, Can Yayınları, Şubat 1994, s.31

[13] Milli Mücadelede Ayaklanmalar, General Kenan Esengün, Kamer Yayınları, 1998 İst.  s.155

[14] Sivas Kongresi delegeleri arasında Kırşehiri temsilen katılan bu isme rastlanılmamakla birlikte söz konusu şahsın Sivas Kongresine katılmak üzere Kırşehir’den hareket ettiği yazışmalarla sabittir.

[15] Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber.  Mashar Müfit Kansu.  TTK Basımevi 1968 Ank. c.1 s.?

[16] Bkz. Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları,  Mustafa Onar, G. Ünv. Tek. Eğt. Fak. Matbaası 1995  Ank. c.1 s.324

[17] Milli Mücadele Hatıraları, Ali Fuat Cebesoy, 1953, İst.  s.259-265

[18] Milli Mücadele ve Kayseri, Zübeyir Kars,  Ank 1993, s.65

[19] Kırşehir  Gençler Derneği kurucularından ve bu derneğin umumi kâtibi ve Kırşehir Türk Ocağı Reisi Hilmi Nural derneğin kuruluşuna ilişkin değerli hatıralarını Sırrı Kardeş’e yazdığı bir mektupla aktarıyor:

“Birinci Dünya Harbinden mağlup çıktık (1 Aralık 1918). Memleketin bu feci halini gören ve bunun siyasi neticelerini sezen her genç gibi, ıstırap ve hicapla karışık üzüntüler içinde Kırşehir’imize dönmüş bulunuyordum. Kırşehir Anadolu’nun hemen merkezinde olduğu için siyasi fırtınaların tesirini ancak ruhumuzda duyuyorduk. Herkes işi ile meşgul oluyordu. Fakat derin bir iç sıkıntısından kurtulamıyorduk. Başbaşa verip dertleşilmesi, milli istiklal ve hakimiyet yolunda tutuşan ruhların, ümitlerin ufuklarda biraz olsun gezebilmesi herkese bir teselli ve kudret kaynağı oluyordu. Bu ihtiyaç ile talimgâhta ve harp meydanlarında bilhassa birbirlerini tanıyan üç – beş arkadaş arasıra birleşir, konuşur, dertleşirdik. Kırşehir mahalle ve odalarının kuruluşu bakımından çok dağınık olduğu için mahalleleri ayrı ayrı olanlar birbirini samimi olarak tanımıyorlardı. Gençleri birbiriyle tanıştırmak, memleketin ictimai birliği ve inkişafı namına çok lüzumlu bir vazife görülüyordu. İşte bu iki ihtiyaç bizi bir cemiyet teşkiline sevk etti. Bu düşüncemi ilk defa arkadaşım Garipoğlu Reşat’a açtım. Fikrime hemen iştirak etti. Reşat Bey’in hükümet karşısındaki ‘iş bitiren’ adıyla hem saatçi hem yazıhane olan bir dükkanı vardı. Daireden çıktıktan sonra hemen her gün orada bu mevzuu incelerdik. Düşüncemi tüccarlardan Mehmet Fevzi Saçak, Muallim Tayyip ve Orman Memuru Katırcıoğlu Ahmet Beylerle görüştük. Hepsi aynı duygu içindeydiler. Arzular birleşmişti. Sekiz – on maddelik bir nizamname yazıldı. On arkadaşla müessis olarak Şubat 1334’te beyannamemizi makama verdik. Memleketimizde resmen ‘Kırşehir Gençler Derneği’ kurulmuştu. Dernek hiçbir yere bağlı değildi. Mahalli ve müstakildi. Belediye ve Meclis-i Umumi gibi resmi halk kurullarını ellerinde tutan nüfuzlular, bizim samimi bir duyguyla kurduğumuz müessesemizden mevkileri hesabına kuşkulanıyorlardı. Halbuki onların korktukları şey bizim hiç aklımızda yoktu.”( Heyeti-i Temsiliye ve Mustafa Kemal Kırşehir’de, Sırrı Kardeş, CHP Halk Evleri Birosu yayımları, Ulus Basımevi, 1950 Ank. s.33-34)

[20] Mustafa Kemal’in Mucur’a bu ilk gelişleri sırasında Mucur kaymakamı bulunan ve sonradan Ankara İli İdare Heyeti Azası iken 1948 yılında ölen Ahmet Cevat Akın Atatürk’ün Mucur’a gelişiyle ilgili olarak Sırrı Kardeş’e gönderdiği mektupta şöyle diyordu:

“Büyük Atamız 21 Aralık 1335’de Ankara’ya gitmek üzere Sivas Kongresine müteakip, kaymakamı bulunduğum Mucur kazasına teşrif etmişlerdir. Kongreye tekabül eden günlerde milli inkılabımızın nüvesi olan Müdafa-i Hukuk Teşkilatının merkez kazadan başlayarak köylere bizzat gitmek ve köylüleri tenfir ve irşat etmek suretiyle, kazanın her tarafını temin eylemiştim. Ahiren bir milli suvari müfrezesi, bütün teçhizat ve iaşesi halk tarafından temin edilmek üzere vücuda getirilmiş, hatta o zamanki ajanslar takip edilirse İnönü Harp Cephesine gönderilmek kaydıyla Mucur suvari müfrezesi yola çıkarılmıştı. Müşarünileyh: ‘Ben bu vaziyeti gezdiğim yerlerde görmedim. Siz şimdiden milli davamızı muhitinizde, kat’i bir muvaffakiyetle tebarüz ettirmiş bulunuyorsunuz.” demişlerdir. 150 kadar silahlı Mucur atlıları ebedi şef huzurunda cirit oynamışlar, milli davamız uğrunda her an fedai cana hazır olduklarına ahdü peyman etmişlerdir. Milli Mücadele hizmetlerine ait birçok kıymetli hatıralarım mevcut ise de bunlara dair resmi vesikaları ve notları başıma dört sene evvel gelen bir felaket sırasında İzmir İdare Heyeti Azalığına tahvilen giderken, maalesef kaybettim. Müşarünileyh, Mucur kazasındaki vahdet ve uhuvvet-i milliyeden dolayı çok memnun kalmışlar, üç misafir kalmak suretiyle bütün ilçeyi garik-i şeref ve mefharet kılmışlardır. Nitekim güzergahtaki kazalarda bir gün bile misafir kalmamışlardır.” (Heyeti-i Temsiliye ve Mustafa Kemal Kırşehir’de, Sırrı Kardeş, CHP Halk Evleri Birosu yayımları, Ulus Basımevi, 1950 Ank. s.9-10)

[21] Mucur’dan Hacıbektaş’a gitmek üzere hazırlanan Mustafa Kemal arabasına binmek için ilçenin caddesinde ilerlerken kalabalığın içinde Mustafa Kemal Paşa’ya yaklaşan Gülizar Nine – ki Kör Gülizar lakaplı olup, Osman Bölükbaşı’nın halası olduğu söylenir- Gülizar Nine, Mustafa Kemal’e yaklaşarak bir dua okuduktan sonra yakıştırdığı şu şiiri okur (bkz, Öyküleriyle Kırşehir, Türküleri,destanları, ağıtları, Baki Yaşa Altınok,Oba yay., Ankara, 2003, sy;–246-247-248-249)

 

Kadem bastın safa geldin Mucur’a

                Doğan aylar gibi doğ Kemal Paşa,

                Canım Kurban olsun senin yoluna,

                Düşmanı yurdumdan kov Kemal Paşa.

 

                Aman Kemal Paşa, duy Kemal Paşa,

                Düşman yurda girdi uy Kemal Paşa,

               

                Şalvar giymiş kara kalpak başında,

                Madalyası parıldıyor döşünde,

                Çok gün görmüş daha genç yaşında,

                Düşmanı yurdumdan kov Kemal Paşa,

 

                Aman Kemal Paşa, Duy Kemal Paşa,

                Düşman yurdu sardı uy Kemal Paşa.

 

                Yanında paşalar hizaya durur,

                Mucur çarşısında kurt gibi yürür,

                İnşallah kafiri kalbinden vurur,

                Düşmanı yurdumdan kov Kemal Paşa,

 

                Aman Kemal Paşa, Duy Kemal Paşa,

                Düşman yurda daldı uy Kemal Paşa.

 

                Nica zulüm gördük evel-i ahir

                Aşımız ekmeğimiz kan ile zehir,

                Sana omuz verir koca Kırşehir,

                Düşmanı yurdumdan kov Kemal Paşa

               

                Aman Kemal Paşa duy Kemal Paşa,

                Duşman yurda daldı uy Kemal Paşa

 

                Cemalin benziyor şu doğan güne,

                Niyazim var sahip çıkasın dine,

                Sana kurban olsun Gülizar Nine,

                Düşmanı yurdumdan kov Kemal Paşa.

 

 

 

 

[22] Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber Mazhar Müfit Kansu TTK Basımevi 1968 Ank.

[23] İslam Medeniyeti Tarihi Prof. Dr. W. Barthold, Prof. Dr. M. Fuat Köprülü 1984 Ank. s.241-242

[24] Heyeti-i Temsiliye ve Mustafa Kemal Kırşehir’de, Sırrı Kardeş, CHP Halk Evleri Birosu yayımları, Ulus Basımevi, 1950 Ank. s.18

[25] Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları,  Mustafa Onar,  Gazi Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi Matbaası 1995 Ankara,  c.1,  s.94,  Belge No:133

[26] “Sivas Kongresi,  Aşkun Vehbi Cem, Tan Gazetesi ve Matbaası, 1963 İst.  Aktaran Zübeyr Kars Milli Mücadele ve Kayseri, Ank 1993, s.56

 

  [27] Mustafa Kemal’in Hacıbektaş’a gelişi’nde Çelebi Cemalettin Efendi ile yapılan baş başa görüşmenin gizli kalmış boyutları sonradan Ağa  Celalettin Ulusoy tarafından aktarıldığı şekli ile oldukça ilginç’dir. Bu aktarıma göre Cemalettin Çelebi Paşa’ya ‘Cesaretli ve ön görüşlü yönetiminizde Türk ulusunun düşmanı kahredeceğine inancım sonsuz. Ulu Tanrının Uluısumuza bağışlayacağı zaferden sonra Cumhuriyet ilanını düşünüyormusunuz.’diye sormuş, Paşada Çelebi Efendi’nin elini avucunun içine alarak kulağına fısıldar gibi yavaş ve kararlı bir sesle ‘O mutlu günün ilanına kadar aramızda kalmak koşuluyla evet Çelebi Hazretleri ‘demiştir. (Hünkar Hacı Bektaş Veli Ve Alevi Bektaşi Yolu. A. Celaleddin Ulusoy Hacıbektaş 1986 2. Basım s.101-102-103) Mashar Müfit Kansu anılarında Çelebi Efendinin Paşa’ya yeni kurulacak Devletin Cumhuriyet olması gerektiği noktasındaki ısrarını doğrulamakta ancak Paşa’nın bu konuda renk vermediğini söylemektedirler. Hacıbektaşda’ki Çelebi Efendi ve Salih Niyazi Babanın Mustafa Kemal’e ve Kurtuluş Savaşına verdikleri destek, cumhuriyetin ilanı ve onu takip edn devrimler boyunca sürmüştür.Çelebi Hazretlerinin 1922 de ölümünün ardından yerine geçen Veliyettin Efendi de Cumhuriyet taraftarlığı içinde olmuştur. T.B.M.M.’nin kurulmasının ardından başlayan siyasi guruplaşmalar ve nihayet Temmuz 1922 de iyiden iyiye olgunlaşan Muhalif guruba karşı Veliyettin Efendi Mustafa Kemal’e son derece sadık kalmıştır. Nitekim 25.04.1923 tarihinde Mustafa Kemal’in gösterdiği adaylardan başkasına oy verilmemesini isteyen yayınladığı bildiri aynen şöyledir:’Anadoluda bulunan Sayın Hacıbektaş dergahı Veli Hazretlerine işten saygısı olan tüm sevenlere ve temiz yürekli hanedan yanlılarına … Bu ulusu yaşatan, bağımsızlığımızı sağlayan, yüce varlığı İslama şeref olan  T.B.MM başkanı Gazi adıyla Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin yayınladıkları bildiriler tümüyle bilinmektedirler. Gazi Paşa’nın Vatanın ilerlemesi ve yükselmesi hakkındaki her türlü isteğini yerine getirmek bizlerce zorunluluktur.(Farz’ı ayın) Ulusumuzu kurtaracak, mutluluğumuzu sağlayacak o’nun amaca uygun görüşleridir.Bunu yatsıyanların bizimle kesinlikle ilgisi yoktur. Yüce tarikatımızdan olanlara Mustafa Kemal Paşa’nın gösterdiği adaylardan başkalarına oy vermemelerini vatanımızn kurtuluşumuzun bu yolla olacağını sizlere güvenle söyleyebilirim…Bu öğüdüme uymayanlar bizden değildir. Hak erenler onlara destek olmaz. Yeniden bildiririm ki bu halka kurtaracak Gazi Mustafa Kemal Paşa’dır. Onunla birlikte kutsal vatanımızın  öz evlatlarıdır.              Hiç kimsenin sözünü dinlemeyiniz. Sözümden dışa çıkmayınız. Sizin mutluluğunuzu düşünenler sizi kölelikten kurtaracak Büyük Millet Meclisi Başkanı ve tümümüzün büyüğü Mustafa Kemal Paşa Hazretleridir.(Kurtuluş Savaşı’nda Alevi-Bektaşiler, Baki Öz, Can Yayınları, Şubat 1994,)

 

[28] Erzurumdan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber TTK Basımevi 1968 Ank.

[29] Kurtuluş Savaşı’nda Alevi-Bektaşiler, Baki Öz, Can Yayınları, Şubat 1994, s.29

[30] Atatürk’ün Kırşehir Gençler Derneğindeki bu söylevi bir tarihi belge olarak Atatürk’ün sağlığında 30.08.1936 günlü Kırşehir Gazetesinde yayınlanmış, Türk İnkılap Tarihi Enstütüsü tarafında da tarihi belge olarak alınmıştır.

[31] Söz konusu el yazması belge için ayrıca bk. Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı yazışmaları Mustafa Onar G. Ünv. Tek. Eğt. Fak. Matbağası 1995 Ank. c.1 s.337 Belge no.434’deki şekliyle “Kırşehir gençlerinin ülkemiz gençliğinin değerli bir örneği olduklarını tanıtlayarak ve doğru görüşlerle donangılı oldukları kanısı ile imzalarız.”

[32] Bu öğretmen Ömer Aydın Bey o günlerin anısını tazelerken Sırrı Kardeş’e yazdığı mektupta şöyle diyordu:

“Yavrum Sırrı… O günler neydi? Birkaç günden beri ilimiz hudutlarına gelen Mustafa Kemal ve arkadaşlarını görmek, onun kurtarıcı varlığında ümitsiz, neşesiz ruhlarımızı yıkamak bizim için en büyük ihtiyaçtı. Talebelerimle yağmurlu bir günde onları karşılamak üzere Yenice Mahalleye gittik. Kılıçcı Köprüsüne kadar gitmemizi mini mini yavruların bulunuşu engelledi. Bankacı Sadık Efendi’nin evini dönen atlıyla, heyecanımız son haddini buldu ‘Müdür Bey, geliyorlar!’ diyen atlı sözünü bitirmeden otomobiller sokağın kıvrımlarından göründü. Talebelerin önüne gelince durdular ve indiler. Artık içimdeki zehirde, azapta bir hafiflik, ruhumu kavuran elemde tatlı bir teselli hasıl oldu. Engin, mavi gözleriyle hepimizi süzen Mustafa Kemal’i çocuklarıma şu sözlerle tatdim ettim: ‘Aziz yurdumuzu çizmeleriyle kirleten düşmanı kovmak için canlarını ortaya koymuş, tarihin en şanlı sayfalarına giren milli kahramanlarımızdandır. Onları size tanıtmakla bir ders daha vermiş oluyorum. Yurt için çalışanları nesiller unutur mu?’ dedim. Bu sözlerime teşekkürle yollarına devam ettiler.” (Heyeti-i Temsiliye ve Mustafa Kemal Kırşehir’de, Sırrı Kardeş, CHP Halk Evleri Bürosu yayımları, Ulus Basımevi, 1950 Ank. s.25)

[33] Mustafa Kemal ilk defa Kırşehir’de Namık Kemal’in dizelerini böylesine değiştirerek okumuştu ki bunun hikayesi oldukça anlamlıdır. Daha harp okulunda Mustafa Kemal okul idaresinin aldığı sıkı tedbirlere rağmen arkadaşlarıyla birlikte gizli gizli Namık Kemal’i okumaktadır. Kırşehir’de açığa vurulan bu sevdanın “Bir olay ve hatıra” derinliğini Ali Fuat Cebesoy anlatıyor:

“Okul idaresinin aldığı bütün tedbirlere rağmen yatakhanede gizli gizli okuduğumuzu nasıl unutabilirim. Mustafa Kemal bir gece vakti yanıma gelerek Namık Kemal’in ‘Vatan Kasidesi’nin teksir edilmiş nüshasını ‘Fuat kardeşim bunu ezberleyelim’ diye bana verirken yavaş bir sesle fakat büyük heyecanla okuduğu ‘Felek, her türlü esbab-ı cefasın toplasın gelsin / Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten” mısralarını nasıl unutabilirim. Söz Namık Kemal’den açılmışken ufak bir hatıramıda burada anlatmak isterim. Bir gün üç beş arkadaş felaketle sonuçlanan 1877-1878 Osmanlı – Rus savaşına dair konuşuyorduk. Mustafa Kemal birden teessürle Namık Kemal’in ‘Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini / Yok imiş kurtaracak bahtı kara mâderini’ beyitini okumuştu. Milli Mücadele yıllarıydı. Hey’et-i Temsiliye merkezini Ankara’ya taşıma kararını vermişti. 18 Aralık 1919’da arkadaşlarıyla beraber Sivas’tan ayrılan Mustafa Kemal 24 Aralık’ta Kırşehir’e gelmişti. Burada Gençler Derneğinde bir konuşma yapmıştı. Geceleyin şerefine fener alayı tertip eden halka yukarıdaki mısralırı aşağıdaki şekilde değiştirerek okumuştu ‘Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini / Elbet bulunur bahtı kara mâderini” (Sınıf Arkadaşım Atatürk-1 Ali Fuat Cebesoy. Cumhuriyet Gazetesi Yayını Ekim 1997 s.44-45)

Yine Mustafa Kemal Ankara’da muazzam bir şekilde karşılandığında otomobilinde bu anıları aktaran Ali Fuat Paşa (Cebesoy) ve sonradan Kırşehir mebusu olan Yahya Galip (Kargı) vardır. Çok ilginçtir. Mustafa Kemal bir ara Namık Kemal’i “Vatanın bağrına düşman dayamış hancerini” mısralarını fısıldar gibi burada da tekrarlamış, Mustafa Kemal’in kendisine bir şeyler  söylediğini sanan Yahya Galip “Bir emriniz mi var Paşa Hazretleri?” diye sormuştur (Bk. Sınıf Arkadaşım Atatürk-1 Ali Fuat Cebesoy Cumhuriyte Gazetesi Yayınları Ekim 1997 s.45)

[34] Yılların Ötesinden: Atatürk Kırşehir’de İnkılapçı Bir Öğretmen Habip Arıöz, Yazan Cevat Hakkı Tarım Memleket Matbaası 1956 Ank. s.3-4-5-6-7-8

[35] 1973 Kırşehir İl Yıllığı s.21-22

[36] İl İl Türkiye Ansiklopedisi 40 – Kırşehir s.626

[37] Ankara ve Çevresinde Milli Faaliyetler ve Teşkilatlanma, Bayram Sakallı 1998 Ankara, s.82

[38] Kurtuluş Savaşı Destanı Orhan Asena

[39] Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları,  Mustafa Onar, G. Ünv. Tek. Eğt. Fak. Matbaası 1995  Ank. c.1 s.337 Belge no.435

[40] Çankaya Falih Rıfkı Atay Kral Matbaası 1984 İst. s.211

[41] Cumhuriyet Bayrağı Altında, Ceyhun Atuf Kansu, s. 184, 185

[42] Hamitli Rıza’nın söz konusu idam kararını Kırşehirli gazeteci Dursun Yastıman’ın vaktiyle sağladığı arşivlerinden aldım. Söz konusu kararı aynen yayınlıyorum:

“Mukaddema Millis zabıtanından olup Mayıs 1341 tavasıtında Atina’ya giderek bir ay kadar ikametten sonra Haziran 1341 evasıtında İstanbul’a avdet eden İsmail Hakkı Efendi Atina’da bulunduğu müddet esnasında Çerkes Ethem’in biraderi Reşit ve Tevfik ve himayeleri ile temasında gûya elde ettiği malûmata istinaden hariçteki bu hayinlerin dahilde dahi mühim faaliyette bulundukları ve esanisini zikr ettiği zevatın isim yerine muayyen numaraları haiz olarak salifüzzikr hainlerle hal-i muhaberede oldukları ve cümlesinin ricâl-i milliyyeye süikastlar icrâsı ve teşkilât-ı esasiyyenin ilgası hususunda müttefik kalıp mensup bulundukları teşekkül-ü  hafiyyenin mâlik olduğu mühim mebâliğin bu maksada sarfının tekarrür eylediği ve Bağdat’ta, İstanbul’da ve Ankara’da merakiz-i faale teşkili takarrür ederek Çerkez Ethem’in işbu karar üzerine Bağdat’a azimet eylemiş olduğu hakkında gerek Atina Sefaretine gerek Pire Şehbenderliğine ve gerek İstanbul Polis Müdürlüğüne kendi müracatı ile ifadat ve ibaratı üzerine maznunen ve icrâ vekilleri Hey’et-i Celilesinin olbâbtaki kararı üzerine mahkememize tevdi olunan ve 23 Temmuz 1341 tarihinde taht-ı tevkife alınarak bir ilâ on iki Ağustos 1341 tarihinde mabihilisnâd olan cerâim ile bir gûna alaka-i maddiyye ve maneviyyeleri görülemediğinden dolayı tahliyeleri icrâ kılınan Yozgat Mebusu Sâbıkı (Tatlızade Bahri), Sâbık İstanbul (Mebusu Şükrü), Erzurum Mebus-u Sâbıkı (Salih), Eskişehir Mebus-u Sâbıkı (Hüsrev Sami), Biga Mebus-u Sâbıkı (Hamdi), Emniyet-i Umumiyye Müdüriyeti kısr-ı siyasi Müdür-ü Sâbıkı Mehmet’çe, Sâbık İttihad-ı Terakki kâtib-i mes’ulü Mithat, Çanakkale’li Mehmet, Tüccârdan İstipan, Fuat, Sapanca’lı Hakkı Mudanya’da çiftçilik sahiplerinden Şükrü Bey ile yine aynı tarihte taht-ı teykife alınarak mevkuf bulunan Eskişehir Mebus-u Sâbıkı Eyyüp Sabri, Bursa Belediye Reis-i Sâbıkı Hasan Sami, Karacabey kazasından zürraadan Rüstem, Bursa Hey’et-i mahsusa azâsından Miralay Osman, ve Muhbir Milis Kumandan-ı sabıklarından İsmail Hakkı Beylerin ve Şark’da zuhur etmiş bulunan Kürt isyanını fırsat bilerek Kırşehir ve havâlisinde de bir kıyam hazırlamak ve Cumhuriyet-i İdarenin ilgası ve Erkân-ı Devletin imhası gayesini teminen şekâvet ve katl-i nüfus ile maznun ve mahkûm birçok erbâb-ı cinayeti hilâf-ı vâki ve hilâf-ı hakikat olarak Kuvâ-yı  Milliyede hizmetleri mesbûk olanlar misillu itâ eylediği vesikalarla takibat-ı kanuniyyeden vâreste kılmak ve hapishaneden tahliye ettirmek ve amâl-i meş’umesini mevki-i fiile koyabilmek için ahden şahsına bağladığı eşra-yı merkumeden emri altında çete teşkil eylemekle maznununaleyh olup 13 Mayıs 1341 Tarihinde taht-ı tevkife alınan Sâbık Kırşehir Mebus-u Keskin’li Rıza ve maznunualeyhinden Miralay Osman Beyin Zevce-i mütallakası Yemenli Fatma Hanımı Mumaileyh Osman Beyin tertibatı dairesinde ve sevk-i idaresi altında taammüden  katl eylemekle maznununaleyhim olup 14 Eylül  1341 Tarihinde taht-ı tevkife alınan ve davaları tevhiden rüiyet edilen Unkapanın’da kahvecilikle müştagil Sürmene’li Kör Rifat Reis ve merkumun metresi olup 21 Eylül 1341 tarihde tevkif edilen Bursa’lı Hasan Kerimesi Fatma Zehra ve merkum Rifat Reisin şeriklerinden firari Hasan Kaptan bin Osman haklarında icra kılınan muhakemet neticesinde:

Maznununaleyhinden Milis Kumandanı İsmail Hakkı’nın Mayıs 1341’de ahz eylediği pasaportla gûya lieclitticare Pire ve Atina’ya azimetle mukaddema İstanbul’da tanıdığı Yunan Devleti Tebasından Beyoğlu’nda Tatavla’da Apostolidis Hanında mukim Madam Esterine’nin hemşiresi nezdinde ihtiyar-ı ikamet eylediği ve bu esnada mücadele-i milliyede Devlet ve Millet aleyhinde malûm olan harekât-ı ihanet karânelerinden dolayı Türk Vatandaşlığından iskâd ve Vatana avdetleri men’ kılınmış olan Çerkez Ethem’in biraderi Reşit ve Tevfik ile temas ederek eşhaş-ı merkume ve hempalarının Türkiye’de şûriş ve ihtilâl ikali, sureti ile idare-i hazırayı ilga için teşkil ettikleri hâfi cemiyetin azalığına kendisinin de ithal edilmiş olduğuna ve dahil-i memlekette bulunup esamisi zikr edilen zevat ile Atina teşkilâtı arasında vasıta-i muhabere olmak üzere vazifesini kendisine tevdi edildiğine dair gerek Şehbenderliye gerek İstanbul Polis Müdürüyetine malûmat itâ eylemiş ve tertibat-ı hesab-ı karâne hakkında ihbaratta bulunmuş ise de makamat-ı resmiyyeye vâki olan şu müracatının bir taraftan Devleti hazice ederek gûya hizmetine mukaabil nakdî mükâfat elde etmek ve diğer taraftan bir takım erbâb-ı namusu bu suretle lekeleyerek memlekette nifat sokmak ve binnetice Atina’da kendisinin temasta bulunduğu Çerkes Ethem ve biraderleriyle hempalarının amâl ve maksıt-ı hainanelerini haysiz-i husul hempalarının amâl ve makasıt-ı hainanelerini haysiz-i husul getirmek gayesine matûf pek iblisâne bir plan takip eylediği ve hin-i derdestesinde üzerinde zuhur eden ve metresinin akrabaları tarafından yazılan mektupların ma’al ve münderecatı ve hanesinde icra edilen mûşikâfane ve temadi tavarriyyât neticesinde zuhur edip, Çerkez Reşit’in delâti ile Yunan Erkân-ı Harbiye-i Umumiyye Dairesi ve Hariciye Nezareti ile hal-i temasta bulunmuş olduğunu ispat eden vesâik-i resmiye ve muhtelif zamanlarda vermiş olduğu talimatın külliyyen yek diğerine nübayin olması, ahvâl-i hususiye ve şahsiyesi ile hayat-ı maziyesinin kendisinin mahiyet-i ahlâkiyesi  hakkında istinat ve tefkin edebilecek şekilde olmaması merkumun ihbarât-ı vâkıasının tamamen meşkûk ve müşevveş makasıt tahtında icat edilen mukarriyâttan ibaret olduğu kanaatını tevlit ve tahkim eylemiş;

Ve diğer maznun Hey’et-i Mahsusa azâsından Miralay Osman Beyin ise 15 Haziran 1341 tarihinde Bursa’ya azimet eden merkum İsmail Hakkı ile evvelâ suret-i umumiyye ve aleniyyede-batehhû sureti hususiyede hâfi olarak görüştüğü ve işte bu mülâkatın ancak Türkiye Ricâl-i hükümeti aleyhinde yapılacak suikast ve icrâtı hakkında olduğunu merkun İsmail Hakkı’nın anmuhakemeten mumaileyh muvacehesinde tekrar eylemesi, Osman Beyin inkarına rağmen istima’ kılınan şuhudun, Osman Beyi ile merkum İsmail Hakkı’nın yalnızca kalarak görüştüklerini teyyit eylemelerini, ve idare-i hazıra aleyhinde bazı teşkilâta bilfiill teşebbüs eylemiş bulunan Keskin’li Rıza ile İstanbul’da Mesterret otelinde hukarrerat-ı müşterekeye müntehi müzakerata girişmiş olması ve kezalik Keskin’li Rıza’nın hatt-ı hareketini aynen takip ile mücadele-i milliyede hizmetleri sbk etmemiş olan erbâb-ı şekâvet ve cinayetten meskunlara tevzih edilmek üzere açık kart şeklinde imzalı ve sâik tertib eylemiş olması, mumaileyhin memlekette şûriş ve fesat ihtasını istihdaf eden bir yola girdiğini ibraz eylediği gibi zevcesinin Yemen-de vuku’ vefatı üzerine taht-ı nikâhına alarak Bolu ve havalisi kumandanlığı esnasında tatbik eylediği Yemen-li Fatma Hanımın iki çocuğuna ait nafakayı itâ etmesi dolayısıyla bir sene mukaddem aleyhine ikame eylediği davada ayda otuz lira nafaka tediyesine mahkûm edilmiş olmasından mukber olarak mezbûrenin izale-i vücudunu teminen tertibat-ı lâzimeye tevessül eylemesi ve bu cümleden olarak vaktiyye mahiyetinde bulunan ve düşmanla teşrik-i mesai eylemekten divan-ı Harpçe maznun ve nefkuf iken kuvâyı milliyede hizmeti olduğundan bilbahis vermiş olduğu vesika ile takibat-ı kanuniyeden azade bırakıldığı ve hatta 1317-1318 tevellütlü olup hizmet-i fiiliyye-i askeriyelerini ifa etmeleri icab eden eşhası mücadele-i milliyede hizmette bulunduklarına dair para mukabilinde vermek üzere birçok vesika itâsı ile devletin Kuvâ-yı askeriyye ve muntazamasını zaafa uğratarak menafi-i maddiyyesini de temin eylemekte olması dolayısiyle her yaralarına amade bulundurduğu erişrayı meşhudeden İstanbul’da Unkapanı’nda kahvecilikle müştagil Kör Rifat Reis nâm-ı şahıs 25 Mayıs 1341 tarihinde İstanbul’a gelerek Tarih-i avdeti olan 5 Haziran 1341 tarihine kadar misafir kaldıkları Hendek Oteline celb ile rezbûre Yemen’li Fatma Hanımın itlafı hakkında mukaddema Bursa’daki müteaddit mülakatlarda kararlaştırdıkları tertibata ilaveten hadise-i katlin tarz ve suret-i ikaına mütedair son talimatı dahi müştereken taht-ı karara aldığı kendisinin inkârına mukaabil Kör Rifat’ın samimi bulduğu Osman Beye vesika almak ve görüşmek üzere Bursa’ya gittiği zaman tertib ve tesbit ettiklerini ve bilâhilere Osman Beyin İstanbulda Hendek Otelinde bulunduğu esnâda son nükâleme ve müzakere ve tertibatta bulunduklarını sarahaten ikrar eylemiş bulunması;

Ve maznum-u mezkûr Rifatın eskiden beri tanıdığı ve kendisine birçok ahvâlde muaveneti sebk eden ve bilhassa düşmanla teşrik-i mesai maddesinden Divan-ı Harbçe  mevkuf iken vermiş olduğu vesika il e kendisini takibat-ı kanuniyyeden vareste kılan Osman Bey ile görüşmek ve bazı  rüfekasına Kuva-yı Milliyedeki hizmetlerinden bilbahis vesika almak üzere Bursa’ya gittiiğinde ve Mumaileyh Osman Beyin İstanbul’da Hendek Otelinde zevce-i mutallâkasını izale-i vücudu hakkındaki teklifat ve tertibat-ı mahsusaını ve yakalanacak olursa bile bu defa da pençe-i kanundan kurtulacağı vaadine kapılarak evvelâ tanımadığının beyan ve indel vaciha Şeyhzadebaşı’nda peyda-yı münasebed eylediğini ve metres tuttuğunu ikrar eylediğini Bursa’lı Fatma namındaki alfeteyi Osman Beyden adresini aldığını zevce-i mütallâkası Yemen’de Fatma Hanımın hanesine kiracı sıfatı ile yerleştirerek  maktûle-i mağdurenin ahvâl ve hayat-ı husussiyesini tarassut ettirerek suret-i ika’ı katli teshil edecek nalûnat-ı lâzimeyi bil’istihsal Yemen’li Fatma Hanımı 7 Haziran 1341 Pazar günü İcrâ Dairesinde nafakaya müteallik işini takibe gideceğini ve zaman-ı avdetini öğrendikten sonra rüfekasından Sürmeneli Hasan Kaptan ile birlikte Fatih Parkı civarında Unkapanına inecek caddedeki yangın yerinde mezbûrenin yolunu beklediklerini ve geç vakit avdet eden mezburenin üzerine saldırarak bir laz bıçağı ile kalbine üç defa saplamak suretiyle cerh ve katl eylediklerini ve hadise-i katlin suret-i zaman ve mekan ifa’ı ve alet-i kat’li nereye atmış bulunduğu hakkında vukuât ve hadisata tamamen mutabık tafsilat itası suretiyle vâki-i itirafat-ı sarihası ve Kör Rifatın hadisei katlden dolayı taht-ı tevkife alındığından haberdar olan Hasan Kaptan’ın Memâlik-i Ecnebiyyeye firar eylemiş bulunması;

Diğer maznune Bursa’lı Allifte güruhundan Fatma’nın da Rifat Kaptanın metresi olduğunu ve kendisi cibâl-i fabrikasına girmek teşebbüsünde bulunduğundan dolayı mezkûr fabrikaya yakın bir mahalde bulunan Yemen’li Fatma Hanımın hanesine, hane kirası Kör Rifat Kaptan tarafından tediye edilmek suretiyle kiracı sıfatı ile girdiğini ve bu müddet esnasında da Rifat’la münasebatının temadi eylediğini ve hadise-i kat’lden sonra Rifat’la birlikte Hacıkadın civarında bir hanede oturmakta olduğunu ve Kör Rifat’ın hane sahibesi hakkında muhtelif zamanlarda kendisinden malûmat almış ve hatta beraberce gezmeyi kabul ettirmesi hakkında ısrarda bulnumuş olduğunu ifade etmiş ve gerçi mezbûrenin takip edilmekte katli etrafında bir tertip-i mahsus hazırlanmakta olduğunun bildirmediğini söylemiş ise de ilk isticvabında Rifat Kaptanı tanımadığını beyan eylediği halde bilahire metresi olduğunu ve münasebat-ı sâiresini ve maktûle hakkında teâti-i malûmatını itiraf eylemesini, Fatma Hanımın katlinden dolayı İstanbul Zabıta ve Adliyesince yapılan tahkikat ve tetkikat-ı kanuniyye esasında ahz olunan bu cihetleri külliyye meskut bırakması, ve hadise-i katl’den sonra izlerini gaib ettirmek maksadı ile âkar bir haneye Kör Rifatla tanıştıklarının tebeyyün etmesi, ve Yemen’li Fatma Hanım’ın hadise-i katlin vukuu günü sokağa çıkacağını ve nerelere gideceğini ve hangi tarikle avdet edeceğini ancak ve yalnız kendisince malûm bulunduğu halde Kör Rifat ve Hasan Kaptanların bundan malûmatdâr olarak ve mezbûrenin yolunu o suretle bekleyerek katli ika’ eyledikleri ve binnetice mezbûrenin de katilde fer’an zimetal bulunduğu ifadat-ı istin takiyye ve Huzur-u Mahkemedeki beyanâtı ile anlaşılması;

Ve maznun diğer Keskin’li  Rıza’nın  da şarkda zuhur eden Kürt isyanı hengamında Kırşehir ve havalisinde dahi bir kıyam vukua getirmek ve Reis-i Cumhur Hazretleri ile Ricâl-i Hükümeti dağa kaldırmak teşkilât-ı hazıra-ı Hükümeti ilga eylemek gayesiyle birçok erbâb-ı cinayeti hapishaneden tahliye ettirmek suretiyle çeteler teşkiline girişildiği ve Ankara’ya müsellah kuvvetlerle taarruz etmek maksadıyla teşkilâta devam  eylediği evrak-ı dava mayamında mevcut vesâikin elde edilmesi bu hususta istima kılınan şuhudun şehedatı delâletleri ile vâsıl-ı mertebe-i subut olduğundan bunlardan İsmail Hakkı’nın hareketine tevafuk eden Hıyanet-i Vataniyye Kanununun (isyana iştirak etmeyen eşhaz hakkında tarizi isnâdatta bulunanlar isnâd ettikleri cürmün cezası ile müçazât olunurlar) diye muharrer onuncu ve mezkûr Kanunun muaddel birinci maddeleri delâleti ile ikinci maddenin bilfiil Hıyanet-i Vataniyyede bulunanlar salben idam olunur….) diye muharrer fıkra-i ulasına ve Miralay Osman Beyin azam cürmü bulunan zevce-i mukallakası Yemen’li Fatma Hanımın taammüden katlinde hemfiil olduğundan silk-i askeriden tardı ile Kanun cezasının kırk beşinci maddesinin (eşhaz-ı müteaddide bir cinayet veca cünhayı müddehiden ika’ eder veyahut ef’al-i müteaddideden mürekkep olan bir cinayet veya cünhada bir takım eşhastan her biri cürmün husulü maksadı ile ef’al-i mezbûreden birini veya birkaçını icrâ  eyler ise eşhas-ı meskureye hemfiil denilir ve cümlesi fall-i müstakil gibi mücazat olunur.) diye muharrer olan fıkra-i evveliyesi delâlleti ile kanun-u mezkûrun (taammüden bir şahsın katl eden… kimse idam olunur.) diye muharrer olan yüz yetmişinci maddesine ve Kör Rifat il e firari Hasan Kaptan’ın kezalik mezkûr Kanunun 170 .maddesine tevfikan ve Hasan Kaptan’ın gıyabında olmak üzere idamlarına ve Hasan  Kaptan’ın Hukuk-u Medeniyyeden ıskati ile envâlinin haczine ve Keskin’li Rıza’nın da hareketine tevafuk eden Kanun-u Ceza-yı Umuminin (Türkiye Cumhuriyetinin Teşkilât-ı Esasiyye Kanununu tamamen veya kısmen tebdil veya ilgaya ve Kanun-u mezkûre tevfikan teşekkül eden…. cebren teşebbüs edenler idam olunur) diye muharrer elli beşinci maddesinin birinci ve ikinci fıkraları delâleti ile (balâda muharrer elli beşinci ve elli altıncı maddelerde beyan olunan fasıllardan birini bir takım eşhas müctemian icrâ eder yahut icrâsına tasaddi eylerse olcemiyete dahil bulunanlardan asıl Reis ve muhrik-i mefsedet olanlar her nerede tutulur ise idam olunur.) diye muharrer olan muaddel elli yedinci maddesinin fıkra-i ulâsını tevfikan kezalik idamına ve mezbûre Yemen’li Fatma Hanım’ın keyfiyet-i katlinde ser’an zimethal olduğu tahakkuk eden Alef’te Zehra’nın da Kanun-u Cezanın 170. maddesi delâleti ile 45. maddesinin fıkra-i mahsusasına tevfikan on sene küreğe vaz’ına ve mevkuf bulunan Eyyüp Sabri, Hasan Sami, Karacabeyli Rüstem Beylerle mukaddema tahliye edilmiş bulunan Sâbık Mebuslardan Bahri, Salih, Şükrü, Hüsrev Sami, Hamdi, Çiftlik sahibi Şükrü, Mehmetçe, Mithat, Tüccârdan İstipan, Fuat, Sapanca’lı Hakkı ve Çanakkale’li Mehmet Beylerin mabihilisnâd olunan ef’ale mücaseretlerine dair hiçbir delil ve emare-i  kanuniyye bulunmayıp masumiyetleri tebeyyün ettirilen mumaileyhimin de beraetlerine 10 Kânunusâni 1926 tarihinde müttefikan karar verildi.

Fehmi

D:159

 

Reis                                  Azâ                                         Azâ

Afyon Karahisar                   Gaziayntap                                Aydın

Ali                                 Kılınç Ali                                   Reşit

[43] Milli Mücadele Anıları Ahmet Kasapoğlu Kültür Bakanlığı Yayınları 1998 Ank. s.35

[44] İstiklâl Mahkemeleri Hatıraları, Kılıç Ali Sel Yayınları, 1955 İst., s.6 Aktaran Milli Mücadele ve Kayseri, Zübeyir Kars,  Ank 1993, s.104

[45] Türk İstiklal Harbi İdari Faaliyetler Gen. Kur. Yayınları, 1975 Ank., c.VII s.241-244 Aktaran Milli Mücadele ve Kayseri, Zübeyir Kars,  Ank 1993, s.105

[46] Milli Mücadele ve Kayseri, Zübeyir Kars,  Ank 1993, s.105-106

[47] Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları Mustafa Onar G. Ünv. Tek. Eğt. Fak. Matbaası 1995 Ank. c.2 s.326-327

[48] Adı geçen telgraflar için bakınız Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları Mustafa Onar G. Ünv. Tek. Eğt. Fak. Matbaası 1995 Ank. c.2 s.288-289 Belge no.1079-1080

[49] Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları Mustafa Onar G. Ünv. Tek. Eğt. Fak. Matbaası 1995 Ank. c.2 s.289 Belge no.1081

[50] Kurtluş Savaşı Destanı Orhan Asena

[51] Nutuk, Atatürk, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1000 Temel Eser, No:68, 1975 Ank. s.18-19

[52] 1226’da çıkartılan “çift isimle anılan vilayetlerin tek isimle anılmas” adlı yasayla yapılan düzenleme sonucu “Bozok” adı “Yozgat” olmuştur.

[53] Milli Mücadelede Ayaklanmalar, General Kenan Esengün, Kamer Yayınları, 1998 İst. s.156

[54] Çapanoğulları ailesi Osmanlı döneminin sayılı âyanları arasındadır. Ayanlık Osmanlı’da eskiden beri mevcut olup, çeşitli yörelerde hükümetle halk arasındaki işlerde mutavasıt rolü yapardı. Hükümet bir iş için vilayetlere ferman gönderdiği zaman “Âyan’ı Vilayet” adını kullanırdı. Anadolu’daki Çapanoğlu ailesi işte bu ayanlar arasındadır. Diğer ayanlar gibi Çapanoğlu ailesi hazine vergilerini, velilerin hazariye ve seferiye maaşlarını tahsil ediyor, velilere bunun bir kısmını verirken gerisini kendileri alıyor. Bu yolla da menfaat temin ediyor, mıntıkalarına bu işler için kimseyi karıştırmıyorlardı. Nitekim 1768 Rus seferinden sonra vezirlik verilen ve Trabzon vilayeti malikhane olarak kendisine tevcih edilen Hacı Ali Paşa ile Çapanoğlu Mustafa arasında nüfuz ve mıntıka rekabeti sonucu çarpışmalar da olmuştu. (Geniş Bilgi İçin Bakınız. Büyük Osmanlı Tarihi, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, TTK Yayınevi, 6.Baskı, c.5, s.436-437ve 609-610)

Ayanlık Osmanlı Devleti’nde XVII. yüzyıldan itibaren ortaya çıkmış, giderek devleti idari, askeri ve siyasi yönden etki altına alan nüfuzlu bir teşkilatlanma durumuna gelmiştir. Ayanlar savaş zamanında asker toplamak, gerekirse toplanan askerlerle savaşa katılmak gibi yükümlülükler de taşımışlardır.

Çapanoğlu Mustafa Hacı Ali Paşa’ya karşı geldiğinden şöhreti artmış, hükümet bu paşaya karşı Çapanoğulları’nı tutmuş, Hacı Ali Paşa taraftarlarının teşvikiyle kendi yetiştirdiği köleleri tarafından öldürülmüş, yerine ayan olarak biraderi Süleyman Bey gelmiş, Süleyman Bey Osmanlı hükümetine gösterdiği itaat ve Nizamı Cedit taraftarlığı sayesinde bu ailenin nüfuzu daha da artmış, Kırşehir’in de dahil olduğu Orta Anadolu’ya tamamen egemen olmuşlardır. (Büyük Osmanlı Tarihi, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, TTK Yayınevi, 6.Baskı, c.5, s.612)

Bu Çapanoğlu Süleyman Bey Rusya ve Avusturya seferlerine mühim bir kuvvet toplamış, kendisi de Rus cephesinde görev yapmıştır. Anadolu’da ilk Nizamı Cedit askeri Çapanoğlu Süleyman’ın mıntıkasından alınmıştır. (Büyük Osmanlı Tarihi, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, TTK Yayınevi, 6.Baskı, c.5, s.613)

Hükümetle halk arasında menfaat çeperi kuran bu ailenin çıkarları, Mustafa Kemal’in ışığından yana değil halife ve Osmanlı sultanlığından yana olduğu için ayaklanmayı bilfiil Osmanlı sarayıyla koordineli yürütmüşlerdir. XIX. yüzyılın başlarında Çapanoğlu Süleyman Bey Osmanlı-Rus savaşına bölgede asker toplamış, yaptığı bu hizmete karşılık ta II. Mahmut Çapanoğlu Süleyman’a 1808’de Şarki Karahisar sancağı voyvodalığını, 1810’da da Kayseri sancağı mütesellimliğini, 1811’de de Kırşehir sancağı mütesellimliğini vermiştir.

Kırşehir XIX. yüzyılın ortalarına gelindiğinde Çapanoğulları’nın etki alanı dışında kalır.

 

[55] Milli Mücadelede Ayaklanmalar, General Kenan Esengün, Kamer Yayınları, 1998 İst.  s.155

[56] Milli Mücadelede Ayaklanmalar, General Kenan Esengün, Kamer Yayınları, 1998 İst.  s.156

[57] Milli Mücadelede Ayaklanmalar, General Kenan Esengün, Kamer Yayınları, 1998 İst.  s.157

[58] Kurtuluş Savaşı’nda Alevi-Bektaşiler, Baki Öz, Can Yayınları, Şubat 1994, s.52-53

[59] Çerkes Ethem Olayı, Cemal Şener, Cumhuriyet Gazetesi Yayını, Kasım 2000 İst., s. 39

[60] Milli Mücadelede Ayaklanmalar, General Kenan Esengün, Kamer Yayınları, 1998 İst.  s.161.  Ayrıca TİH,  c.VI,  s.96,  Aktaran Bayram Sakallı  Ankara ve Çevresinde Milli Faaliyetler ve Teşkilatlanma,  1998 Ankara, s.28

[61] Kendisi Kırşehir mebusu bulunan Rıza Bey’i de zan altında bırakan bu mektup içeriği ulusal kuvvetlerin moralini bozmak amacıyla kasıtlı bir aldatmaca olarak mı yazılmıştır?

Adı geçen Kırşehir mebusu Rıza Bey (Silsüpür) milletvekili olarak Trabzon milletvekili Hüsref (Gerede) Bey’le birlikte inceleme yapmak ve isyanla ilgili rapor düzenlemek üzere bölgeye gönderilmiş, bu iki milletvekili T.B.M.M’ye sundukları raporda “Yozgat ayaklanmasının Kırşehir mebusuda bulunan Ankara valisi Yahya Galip (Kargın)in idaresizliği, belki de tertiplediği fesat yüzünden çıkmıştır.” diyerek Yahya Galip’i suçlamışlardır (Milli Mücadelede Ayaklanmalar, General Kenan Esengün, Kamer Yayınları, 1998 İst.  s.163, ayrıca Bk. Türk İstiklal Harbi c.VI  s.96 Aktaran Bayram Sakallı  Ankara ve Çevresinde Milli Faaliyetler ve Teşkilatlanma,  1998 Ankara, s.28)

Çerkez Ethem’in basılmış anılarında Erkan-ı Harbiye Umumiye reisi İsmet Bey (İnönü)’in kendisine (Çerkez Ethem’e) “…isyancıları Konya dört gözle beklemekte, ve şimdiki bu isyan muhitinin bir ucu Ankara’nın şark cihetinden Kırşehir’e kadar sirayet etmiş bulunmaktadır. Hatta Büyük Millet Meclisi azasıdan bulunan ve kendisinden istifade edilir ümidi ile isyan mıntıkasına evvelce gönderilen Kırşehir mebusu Keskin’li Rıza Bey’in de vaziyeti şüpheli görülmektedir. Ben Erkânı Harbiye-i Umumiye Reisi sıfatıyla görüşlerimi ve vaziyeti izah ettim. Yani kanaatim bu isyan gailesinin tamamıyla ortadan kaldırmadan ne sizin ve ne de kuvvetlerinizin cepheye dönmenizin doğru olmayacağı merkezindedir.” dediğini belirtmektedir (Bk. Çerkez Ethem’in Hatıraları s.55). Keskin’li Rıza yönüyle, bu durum İsmet İnönü açısından gerçekten bir şüphe midir, yoksa Yozgat isyanına batı cephesindeki Yunan saldırısını gerekçe göstererek gitmek istemeyen Çerkez Ethem’i ikna etmek amacıyla mı söylemiştir? Şimdilik elimizdeki kaynaklar bu noktaya soru işareti koymanın ötesinde olanak tanımıyor.

[62]  Genel Kurmay Askeri Tarih Stratejik Etüt Başkanlığı, Türk İstiklal Harbi Arşivi dosya 81, klasör 2481-15 Aktaran Bayram Sakallı  Ankara ve Çevresinde Milli Faaliyetler ve Teşkilatlanma,  1998 Ankara, s.30

[63] Türk İstiklal Harbi c.VI  s.99 Aktaran Bayram Sakallı  Ankara ve Çevresinde Milli Faaliyetler ve Teşkilatlanma,  1998 Ankara, s.29

[64] Belgenin aslı: Genel Kurmay Ateşe Arşivi Klasör no.2489, dosya no.115 belge no.4-9

[65] Milli Mücadelede Ayaklanmalar, General Kenan Esengün, Kamer Yayınları, 1998 İst. s.162

[66] Milli Mücadelede Ayaklanmalar, General Kenan Esengün, Kamer Yayınları, 1998 İst. s.164

[67] Kurtuluş Savaşı Destanı,  Orhan Asena

[68] Çerkes Ethem’in Hatıraları Çerkez Ethem Dünya Yayınları Güniz Basımevi 1962 s.53-54

[69] Çerkes Ethem’in Hatıraları Çerkez Ethem Dünya Yayınları Güniz Basımevi 1962 s.59

[70] Milli Mücadelede Ayaklanmalar, General Kenan Esengün, Kamer Yayınları, 1998 İst. s.166

[71] Çankaya Falih Rıfkı Atay Kral Matbaası 1984 İst. s.250

[72] Milli Mücadelede Ayaklanmalar, General Kenan Esengün, Kamer Yayınları, 1998 İst. s.163

[73] Kırşehir milletvekilide olan Yahya Galip (Kargın), Ankara vaki vekilliği yapıyordu. Çapanoğulları ile ilişkili bulan Çerkez Ethem Yahya Galip’in cezalandırılmasını isterken, hükümetse korumayı yeğliyordu.

[74] Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları Mustafa Onar G. Ünv. Tek. Eğt. Fak. Matbaası 1995 Ank. c.2 s.163 Belge no.897

[75] Çankaya Falih Rıfkı Atay Kral Matbaası 1984 İst. s.250

[76] Çerkez Ethem’in Hatıraları  Çerkez Ethem  Dünya Yayınları  Güniz Basımevi 1962 s.75

[77] Çerkes Ethem’in Hatıraları Çerkez Ethem Dünya Yayınları Güniz Basımevi 1962 s.200

[78] Çerkes Ethem’in Hatıraları Çerkez Ethem Dünya Yayınları Güniz Basımevi 1962 s.199

[79] Çankaya Falih Rıfkı Atay Kral Matbaası 1984 İst. s.239

[80] Çerkez Ethem Olayı, Cemal Şener, Cumhuriyet Yayınları, Kasım 2000, s. 33, 34, 35, 36

[81] Çankaya Falih Rıfkı Atay Kral Matbaası 1984 İst. s.240

[82] Çankaya Falih Rıfkı Atay Kral Matbaası 1984 İst. s.234

[83] T.B.M.M Gizli Celse Tutanakları 2. Baskı İş Bankası Kültür Yayınları c.2 s.263-264

[84] Adı geçen “Noğatkızı” köyünün neresi olduğu dair yaptığım araştırmada burasının Moğolca bir ad taşıyan “Noğaykızık” diye anıldığını ve şimdiki adının Kırşehir’in Kaman ilçesine bağlı “Yeniköy” olduğunu arkadaşım Cafer Gökce’nin kayınbabası Kamanlı gazeteci Kemal Seyit Gazioğlu’ndan öğrenmiş bulunuyorum.

[85] Aslen Kaman’ın Savcılı köyünden, olan ve eşkiyalık yapan Dişi Kitli Çiçekdağı’nın Teflek Köyü’nde kıstırılıp öldürülür. Eşkıya Dişi Kitli’nin öldürülmesi dolayısıyla söylenen türküden bazı dörtlükler şöyledir(bkz, Öyküleriyle Kırşehir, Türküleri,destanları, ağıtları, Baki Yaşa Altınok,Oba yay., Ankara, 2003, sy;287-288)

Küheylana binmiş gümüşten eğer

Eğerin kaltağı hazine değer

Süleyman hazinesi bende var diye

Terkide heybesi altını sayar

 

Mülazım Hüseyin binmiş atına

Kast eylemiş şu zalimin canına

Dişi Kitli haber salmış Çiçekdağı’na

Yalan dünya gayri bana dar diye

 

 Dişi Kitli aynalıyı terkine almış

Çıkmış dağ başına sefaya dalmış

El alem içinde muarız kalmış

Gece gündüz işim ah-u zar diye

 

Depiğinen vurdun kapu uçurdun

Mamur konaklarda şarap içirdin

Cahdeyleyip tuttuğunu kaçırdın

O yerlerde banim ünüm var diye

 

Onca Müfrezeye çaldın tüfeği

Kucağında ağlaşıyor bebeği

Yıktın harap ettin haneyi evi

Anası ağlıyor oğlum vay diye

 

Müfrezeler tuttu her yanı sardı

Mülazım Hüseyin tüfeği çaldı

Şu Dişi Kitli’nın ciğeri yandı

Yalan dünya gayri bana dar diye

 

 

[86] Aslen Çorum Sungurlu Kadılı Köyünden olup, Kırşehir ve yöresinde eşkıyalık yapmış. Gözünü kırpmadan adam öldürdüğü için “Katil İlyas” diye anılmış.

Halkın Hükümete şikayeti üzerine Hükümet kuvvetleri kendisini takibe alınca, Kırşehir’in Çallıgedik mevkiinde Kaysari-Ankara arasında çalışan posta arabasını soyup, Posta Memurlarını da öldürmüş. Orta Anadoluda yaşayan halka derin bir korku salmış Katil İlyas. Bununla da kalmamış 23 Eylül 1921’de Boğazlıyan’da İstiklal Mahkemesine aislleri götüren Hükümet kuvvetlerine saldırmış, silah,cephane ve atlarını almış, asilleri salıverip kendi safına katmış. Gittiği yerlerde kendisine direnen köylüleri öldürmüş, sonunda o da Dişi Kitli gibi Yerköy yakınlarında bir geçitte kıstırlıp adamlarıyla birlikte öldürülmüş. (bkz, Öyküleriyle Kırşehir, Türküleri,destanları, ağıtları, Baki Yaşa Altınok,Oba yay., Ankara, 2003, sy;287-288

Buna da türkü yakılmış destansı…

Virane evlerde öter baykuşlar

Umman oldu akar didede yaşlar

Katil İlyas her gün kıtale başlar

Aman Katil İlyas aklın yoğumuş

 

Aman Katil İlyas aklın yoğumuş

Gelen müfrezeden korkun yoğumuş

Fakir fukaraya vermen amanı

Gavur ermeniden farkın yoğumuş

 

İnsaf eylemedin kalmamış sabır

Haytalar güren güren azığın kahır

Peşinde geziyor koskoca tabur

Gelen müfrezede korkun yoğumuş

 

Sebebi ne sen soydun postayı

Günahsız vurdun asker Hasanı

Saçında sürüdün titrek Fatmayı

Aman Katil İlyas aklın yoğumuş

 

[87] 1973 Kırşehir İl Yıllığı s.20

[88] A. Yılmaz’ın  Notudur: Birinci Mecliste Kırşehir’i temsil eden yedi kişi arasında bulunan Müfit Hoca mecliste Atatürk’e karşı “muhalefet” grubu içinde yer almıştır. Daha T.B.M.M’nin açılışının 4. gününde ve 26.Nisan 1920 tarihinde Kırşehir Millet vekili Hoca Müfit  Efendi, Sivas’a Milletvekili Taki Efendiyle birlikte ‘Okullara da ders izlencelerinin şeriyye komiyonunca denetelenmesi gerektiğini’ önerip savunmuşlardır. Bu öneriye dönemin Antalya Milletvekili Hamdullah Suphi Bey şiddetle karşı çıkmış Fizik, Kimya, Tarım gibi derslerin din İle, Şeriyye komisyonu ile ilgileri olmadığını ısrarala savunmuş, şeriyye komisyonunun görevinin yalnızca Din İşleri ile sınırlı ve bağımlı olduğunu söylemiştir.(İlk Meclis-H.V.Velidedeoğlu Çagdaş Yayınları 2. Baskı s.80)

Halifelikle Padişahlığın ayrılması ve egemenliğin T.B.M.M’de olacağına ilişkin tartışmalarda “Cumhuriyet” düşüncesine karşı çıkan “Hocalar” grubu içinde yer almıştır.

Atatürk’ün kendi deyimiyle “Osmanlı egemenliğinin çökme ve ortadan kalkma töreninin son evresi”inde de Müfit Hoca üç komisyonun başkanıdır (anayasa, diyanet ve adalet) ve halifeliğin padişahlıktan ayrılamayacağını savunmaktadır. Nitekim Atatürk’ün zihnindeki cumhuriyte devrimlerine karşı sürekli isyan halinde olan birçok “Hoca” tayfası gibi Müfit Hoca da İkinci Mecliste safdışı edilmiştir. Müfit Hoca bu yüzden Atatürk’e kırgındır. Atatürk’ün Kırşehir’e bu ziyaretinde Kırşehir’de bulunduğu halde karşılamaya gelmemiş, eşini göndermekle yetinmiştir.

Atatürk Nutkun’da mecliste şiddetli tartışmaların yaşandığı ve Müfit Hoca’nın açıktan hilafet ve saltanat yanlısı bir tutum sergilediği olayı şöyle anlatır:

“Baylar, Osmanlı İmparatorluğunun yıkıldığını, yeni bir Türk Devleti’nin doğduğunun, anayasa gereğince egemenlik haklarının Ulus’ta olduğunu belirten bir önerge düzenlendi. Seksenden çok arkadaşa imza ettirildi. Bu önergede benimde imzam vardır.

Bu önerge okunduktan sonra sert bir biçimde karşıcıl durum alanların başında iki kişi göründü. Bunlardan biri Mersin milletvekili Albay Selahattin Bey’dir. İkincisi, İzmir’de asılan Ziya Hurşit’tir. Bunlar, padişahlığın kaldırılmaması görüşünde bulunduklarını açıkça belirtiler.

Baylar, 31 Ekim 1922 günün meclis toplanmadı. O gün Mudafa-i Hukuk Grubu toplantısı oldu. Bu toplantıda, Osmanlı egemenliğinin kaldırılmasının zorunlu olduğu üzerinde konuştum. 1 Kasım 1922 günü, meclis toplantısında yine bu konu üzerinde uzun tartışmalar oldu. Mecliste de ayrıntılı bir konuşma yapmak gereğini duydum. İslam ve Türk tarihinden söz açarak, halifelikle padişahlığın ayrılabileceğini, ulusal egemenlik makamının T.B.M.M olabileceğini tarihsel olaylara dayanarak anlattım. Hülâgû’nun, Halife Mutasım’ı asıp yeryüzünde halifeliğe eylemli olarak son verdiğini, eğer 1517’de Mısır’ı ele geçiren Yavuz, orada halife sanını taşıyan bir sığıntıya önem vermeseydi, halifelik sanının zamanımıza dek sürüp gelmeyeceğini anlattım. Bundan sonra bu konuyla ilgili önergeler üç komisyona (Anayasa, Diyanet İşleri, Adalet Komisyonlarına) verildi. Bu üç komisyon üyelerinin bir araya gelerek bizim güttüğümüz amaca göre, sorunu çözümleyip sonuçlandırmaları elbette güçtü. Durumu kişisel olarak yakından izlemem gerekti.

Üç komisyon bir odada toplandı. Başkanlığa Hoca Müfit Efendi seçildi. Sorunu görüşmeye başladılar. Diyanet İşleri Komisyonu üyesi olan hoca efendiler, herkesce bilinen gösterişli kof sözlere (safsatalara) dayanarak halifeliğin padişahlıktan ayrılamayacağını savundular. Değersizliğini belirterek bu savları çürütmek için özgür düşünceli kimselerde ortaya çıkar görünmedi. Biz, çok kalabalık olan odanın bir köşesinde tartışmaları dinliyorduk. Bu biçim görüşmelerin istenilen sonuca varmasını beklemek boşunaydı. Bunu anladık. En sonunda Karma Komisyon Başkanlığı’ndan söz aldık. Önümdeki sıranın üstüne çıktım. Yüksek sesle şunları söyledim: ‘Efendiler dedim, egemenlik hiç kimsece, hiç kimseye, bilim gereğidir diye, görüşmeyle, tartışmayla verilmez. Egemenlik, güçle, erkle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk Ulusu’nun egemenliğine el koymuşlardır. Bu yolsuzluklarını altı yüz yıldan beri sürdürmüşlerdi. Şimdi de Türk Ulusu bu saldırganlara artık yeter diyerek ve bunlara karşı ayaklanıp egemenliğini eylemli olarak kendi eline almış bulunuyor. Bu bir olup bittidir. Söz konusu olan, Ulus’a egemenliğini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız, sorunu değildir. Sorun zaten olup bitti durumuna gelmiş bir gerçeği açıklamaktan başka bir şey değildir. Bu, ne olursa olsun, yapılacaktır. Burada toplananlar, sanırım ki uygun olur. Yoksa, gerçek yine, yöntemine göre saptanacaktır, ama belki bir takım kafalar kesilecektir.’ (Söylev – Nutuk Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu cilt 1-2 Çağdaş Yayınları 22. Basım sayfa 372-373-374)

Atatürk’ün bu tarihsel konuşmayı yaptığı meclis oturumunda Müfit Kurutluoğlu sözü geçen Karma Komisyonun Başkanıdır. Hilafet ve saltanat yanlılarna karşı açık bir restleşmeyi kaçınılmaz görüp gündeme oturtan Atatürk’ün bu konuşmaları karşısında hocalar tayfası içinde derin bir panik başlamış, söz konusu yasa tasarısı çabucak yazılmış, aynı gün meclisin ikinci oturumunda okunmuş ve iş bitirilmiştir. Bu durum Atatürk deyimiyle “Osmanlı egemenliğinin çökme ve ortadan kalkma töreninin son evresi”dir.

Saltanatın kaldırılması  Lozan Konferansı için hayati bir değer ifade ediyordu. Emperyalist güçler Konferansta Türk tarafı içinde görüş ayrılıklarından yararlanarak Sevr’le ilgili kazançlar elde etmek noktasında hayli hazırlık yapmışlardı. Bunun ilk işareti Lozan Konferansına Osmanlı yönetiminide davet ederek verilmişti.

Saltanat kaldırılmalı böylece Lozan’da, Kurtuluş Savaşında hiçbir katkısı bulunmayan Osmanlı yönetimi devre dışı bırakılmalı, emperyalistlerin böl – yönet oyunu boşa çıkartılmalıydı. Nitekim Kırşehir mebusu Hoca Müfit Efendi’nin ve birçoklarının karşı çıktığı bu olayın altında yatan ve Mustafa Kemal’i açık bir restleşmeye gösteren neden ciddiydi. Sonuçta İngilizlerin oyunları boşa çıkartılmış, Osmanoğullarının saltanatına son verilmiş, başlangıçta Veliaht Abdülmecid şartlar ve koşullar gereği Halife seçilmiş, ama daha sonrasında Halifelikte ortadan kaldırılmıştır. Burada en dikkat edilmesi gereken nokta Mustafa Kemal’in Osmanoğullarının elinden Padişahlığı alması ve böylece emperyalistlerin böl –  yönet oyununu sahneye koymalarının engellenmesidir.

Bu durum aynı zamanda ulusal Kurtuluş Savaşı boyunca sürekli ihanet içinde bulunan Osmanlı Hükümetinin Kurtuluş Savaşından kendisine pay çıkarma çabalarınında bitimidir. Nitekim Mustafa Kemal Tevfik Paşa’nın son gayretlerine karşılık “İstanbul Hükümeti” tabiri bile kullanmadan “İstanbul’daki kurulun barış konferansına katılmaya hakkı yok” demeklede yetinmemiş, İtilaf Devletlerine gönderdiği bir yazıda “Konferansta Osmanlı Hükümeti temsil edilirse kendilerinin katılmayacağını” açıkça bildirmiştir.

 

[89] A. Yılmaz’ın Notu: Cevat Hakkı Tarım’ın Atatürk’ün Kırşehir’e bu gelişi ile ilgili aktardığı bu duyumlarla Kılıç Ali’nin anıları arasında ani bir Kırşehir ziyareti ilgimi çekti. Kılıç Ali’de anılarında bir kış günü gece yarısını geçen saatlerde köşkten Ankara’dan Kırşehir’e gelmek üzere hareket ettiklerini belirtmekte, ancak Kılıç Ali Kırşehir’den sonra “Konya üzerinden Ankara’ya dönüldü” demektedir. Bu durum yıllar sonra bir hatırlama yanlışlığı olabileceği gibi başka bir zamanda ziyaret ihtimalinide akla getirmektedir. Kılıç Ali Mustafa Kemal’le birlikte Kırşehir’e yaptıkları ani ziyaretin anısını şöyle aktarmaktadır:

“Bir gece Ankara’da uykumun arasında telefon çaldı. Başyaver:

– Derhal seyahate çıkılıyor. Hemen köşke gelmenizi emir buyurdular.

Dedi. Saate baktım: Vakit gece yarısını hayli geçmişti. Hazırlandım, köşke gittim.

Meğer o gün Atatürk, Kırşehir İdarei Hususiye muallimlerinden, birkaç aydanberi maaş alamadıklarından dolayı bir şikâyet mektubu almış. Sofrada bulunan alâkalı Vekilden muallimlerin niçin birkaç aydır maaş alamadıklarını sormuş. Vekil Bey de:

– Havalar kış, belki de onun için, postalar işleyememiştir.

Nevinden bir şeyler söylemiş, bir mazaret ileri sürmek istemiş.

Atatürk bu cevap üzerine:

– Ya… Demek şimdi muhasaradayız, öyle mi? O halde şimdi kalkar, gider, hem yolu açarız, hem de Kırşehir’de muallimlerin dertlerini yakından dinleriz.

Demiş ve derhal hareket emrini vermiş…

Mevsim kış hava fena halde yağışlı ve soğuktu. Atatürk, sofrada davetli bulunanlardan da bazılarını beraberlerine alarak gece yarısından sonra yola çıkıldı. Hava o kadar puslu idi ki bir ara yolu kaybettik. Bir köyün kahvesine sığındık. Kahvenin saç sobasını yaktırdık. Isındıktan sonra tekrara yola devam ettik.

Ertesi gün Kırşehir hududuna girmiştik. Protokol talimatnamesi mucibince Vali, başında silindir, arkasında frak olduğu halde hududa gelmiş. Atatürk’ü istikbal ediyordu (karşılıyordu). Bu esnada da Atatürk’ün otomobili bir tarlaya saplanmış, etraftan yetişen köylüler otomobili kurtarmaya çalışıyorlardı. Vali de o resmi kılık kıyafetiyle, çamurlar içinde köylülere, jandarmalara emirleri vererek onları teşcie (yüreklendirme) çalışıyordu. Atatürk valiye, valinin haline baktı, gülerek:

– İşte nazari yapılan talimatnameler, hattâ kanunlar, günün birinde böyle gülünç olurlar!

Diyerek valinin haline acıdı ve derhal arkasına kalın bir palto giymesini tavsiye ederek zahmetlerinden dolayı kendisine teşekkür etti.

Birçok zorluklardan, zahmetlerden sonra nihayet Kırşehir’e girildi. Muallimler çağırılarak hepsi ayrı ayrı dinlendi ve büyük bir kavis çevrilerek Konya üzerinden Ankara’ya dönüldü.” (Atatürk’ün Hususiyetleri Kılıç Ali Cumhuriyet Gazetesi Yayınları Mart 1998 İst. s.118-119-120)

[90] Yılların Ötesinden: Atatürk Kırşehir’de  İnkılapçı Bir Öğretmen Habip Arıöz   Cevat Hakkı Tarım  Memleket Matbaası  1956  Ank.  s.14-15-16-17-18

[91] Yılların Ötesinden: Atatürk Kırşehir’de  İnkılapçı Bir Öğretmen Habip Arıöz   Cevat Hakkı Tarım  Memleket Matbaası  1956  Ank.  s.20

[92] 1973 Kırşehir İl Yıllığı  s.19

[93] Karacaören Kasabası’nda doğan Habip Arıöz vaktiyle Cevat Hakkı Tarım’a yazdığı bir mektup ta kendisiyle ilgili olarak şu bilgileri sunar:

“Eski 311 tarihinde İstanbul’a vardım. Ayasofya İlkokulu’nu ve Rüştiyesini bitirdim. Mahmutpaşa medresesinde Arabî tahsiline başladım. Tam bu tarihlerde Mizan gazetesi sahibi Murat Bey ve Damat Mahmut Paşa’nın oğulları Prens Sabahattin ve Lutfullah beylerin Avrupa’ya firarları İstanbul muhitinde derin heyecanlar uyandırdı. Vatan ve millet duyguları benim de içimde kabardı. İttihat ve Terakki Cemiyetine girdim. Kayserili Yunus Bekir isminde bir rehberim vardı. Altı aydır Avrupa’da çıkan cemiyetin gazetelerine Ayasofya, Sultan Ahmet, Bayezit ve Fatih camilerinde sabah namazında imam ve cemaat secdeye vardığı sıralarda bir kapıdan girerek döktüm, öbür kapıdan çıkarak kaçtım. Nihayet ben camii şerifte yakalandım ve benden evvel rehberim Yunus Bekir de yakayı ele vermiş. Zaptiye nezaretinde ihtilâttan menedilerek üç ay hapiste kaldım. İstanbul’da yaşayamayacağımı anladım. Edirne’ye gittim. Kalkansöğüt isminde bir köye hoca oldum. Edirne sahrasından bir mektup yazarak İngiltere’nin Filkston şehrinde çıkan Osmanlı gazetesine gönderdim. Habib Mehmed imzasiyle kanlı âcidar ve kızıl Sultan’dan bahseden bu yazım gazetede neşolununca beni ikinci bir sıkıntıya koydu.

Derhal Bulgar hududundan geçerek Filibe’ye vardım. Orada ahrardan Ali Fehmi Bey’in çıkardığı Muvazene gazetesinde Mürettip olarak çalıştım. Bunun üzerine bütün Bulgaristan’ı gezdim. Nihayet bir sene Şumnu’da kaldım. Bilahara Tuna nehriyle Yugoslavya, Macaristan’ın Peşte şehrine vardım. 22 gün burada kaldım. Cemiyetin o sırada biraz zayıflaması üzerine geri Bulgaristan’a döndüm. Dobruca’da evlendim. Ailemi de getirdim. Bu hatıralarıma ait müsbit vesika ve fotoğrafları yedimde bir hâtıra olarak saklıyorum. Muhterem pederiniz gördü, okudu ve o suretle tanıştım. Muhterem babanızdan çok yardımlar gördüm. Bir sene sonra köyümde yaptırdığım ve bilahara yanan mektep dolayısıyla Mutasarrıf Abdullah Sabri Bey’le ortaokulda müdür sonraları Sivas Mebusu olan Rahmi Bey’in kıymetli yardımlarını gördüm.”( Yılların Ötesinden: Atatürk Kırşehir’de İnkılapçı Bir Öğretmen Habip Arıöz, Yazan Cevat Hakkı Tarım Memleket Matbaası 1956 Ank. s.34-35)

Halen Kırşehir’de bulunan ve öğretmenlik yapan Habip Arıöz’ün torunlarından Mesut Arıöz, Habip Arıöz’e ilişkin olarak şunları söyler:

“Koca bir vatan, şereflerle dolu bir tarih çökerken Habip Arıöz bütün ümitlerini Mustafa Kemal’e bağlamıştır. Kurtuluş Savaşı başarıya ulaşınca o da eğitimin bir askeri olarak durmadan çalışmış, köyünden kendi emeğiyle bitirmekte olduğu okul binasını köylülerinin yakmasına rağmen, hakkında akla hayale gelmeyecek iftiralarda bulunmalarıa rağmen, yeni yöntemlerle köy çocuklarını okutmak istemesini bütün engellemelerine rağmen o engin sabrı, kırılmaz ve sarsılmaz azmi ile bütün düşlerini gerçeğe dönüştürmüştür. Bu mutluluğu doya doya yaşamıştır. O dönemde Kırşehir Mutasarrafı olan Abdullah Sabri Bey’in maddî ve mânevî katkılarını asla unutmamıştır…  Sonunda okulun yapımı tamamlanmış ve sıra açılış törenine gelmiştir. Bu törene kimleri çağırmamıştır ki… Hükümet  yetkililerinin, eğitimcilerin hepsi Karacaören’deydi. Yaylı arabalar konukları okulun kapısına kadar getirip bırakmışlardı. Yollara sıra sıra genç ve ihtiyar köylülür dizilmişti. Habip hoca davetlilerini sevinç ve heyecanla karşılarken alev alev yanan gözlerinin ışıltısından, dudaklarının kımıl kımıl titreyişinden çektiği bütn acıları unutmuş gibiydi. Hele yedisinden yetmişine kadar köylülerinin çevresinde pervaneler gibi çırpınıp dönüşlerin Türk köylüsünün zıtlıklarla dolu benliğinin içine girilemez, nüfuz edilemez cevherini açığa vuruyordu. Okul Türk Bayrakları, yeşil dallar, kır çiçekleri, nakışlı kilimler ve cicimlerle süslenmiş, geniş ve aydınlık sınıflar yepyeni sıralarla donatılmış, öğretmen kürsüsü, karatahta, yeşil çuha kumaşla örtülmüş bir masa üzerideki küre, duvarları süsleyen haritalar, resimler, renk renk kâğıtlardan işlenmiş el işleri levhalar, aralarında saçları yıkanıp taranarak belik belik örülmüş kızlar da bulunan öğrencilerin tertemiz kılık ve kıyafetleri, sorulan sorulara mantıklı yanıt vermeleri, güzel pozlar ve mimikliklerle şiir okuyuşları izleyenleri hayrete düşürmüş, görevinin bilincinde bir öğretmenin neler yapabileceğini anlamışlardır. Bunda kuş

kusuz Habip Arıöz’ün görgülü ve bilgili eşinin büyük bir payı olduğunu herkes kabulleniyordu. Genç yaşta yitirdiği bu hayat arkadaşını Habip Arıöz ne zaman ansa gözleri dolu dolu olurdu. Öğretmen Habip Arıöz Atatürk’ün kurmak istediği dünya düzenini çok iyi özümseyen sayılı insanlardan birisidir. O insanlara hizmet ederken hep bu düşüncelerle çalışmış, ülkesinin ve köyünün ilerleyebilmesini, kalkınabilmesini tüm yaşamında bir amaç olarak görmüş, idealist bir öğretmen olarak hep bunun özlemiyle yanıp tutuşmuş bir vatan kahramanıdır. Bugün yaptıkları ortadadır: Karacaören Kasabası’ndan 98 öğretmen, 34 mühendis, 22 doktor, 18 subay ve astsubay, 7 savcı, yargıç ve hukukçu, 4 eczacı, 14 ebe hemşire, 2 pilot, 75 memur ve tüm bunların dışında yüksek öğrenimini bitirenler ve orta öğrenimde okuyan yüzlerce öğrenci Habib Arıöz’ün attığı tohumların yeşerttiği filizlerdir. Ne yazık ki değeri bilinememiş, insanların vefasızlığı onu yüreğinden yaralamıştır. İhtiyarlık yıllarında vatanı için yaptıklarını dostlarına anlatırken gözlerinde biriken yaşlara engel olamaz, bu damlaların her bir tanesinde yaşamı bir film şeridi gibi akıp giderdi. Köyünde bir geleneği başlatmış, köye gelen her konuk onun evinde kalmış, köyüne atanan her öğretmen bir düzen kurana kadar onun evinde ağırlanmıştır. Köylüleri ve yakın akrabaları bu değerli öğretmeni anlayamamış, duygulu, zeki ve çalışkan insanın binbir güçlükle kurduğu kütüphaneyi ölümünden hemen sonra talan etmiş, soba tutuşturmuş, pencere camı yerine kullanmış, ya da kitap tüccarlarına kaptırmıştır ki bu kütüphanede çok değerli el yazması kitapları ve kendi yazdığı eserler vardır.”(Mesut Arıöz’ün bu yazısı 26.12.1995 tarihli Kırşehir Çiğdem gazetesinde yayınlanmıştır).

 

[94] Yılların Ötesinden: Atatürk Kırşehir’de İnkılapçı Bir Öğretmen Habip Arıöz, Yazan Cevat Hakkı Tarım Memleket Matbaası 1956 Ank. s.25-26

Comments

comments

BENZER HABERLER